Cennetten Kovuluş - 5. Bölüm
O yaz, önceki yazlar gibi olanca sıradanlığıyla
geçmekteydi. Telaşla ekinler biçiliyor, hayvanların kışlıkları hazırlanıyor; dalında
sabırsızlanan meyveler toplanıyor, toplanan meyveler köyün kadınlarınca
kışlıklar olarak hazırlanıp yerleştiriliyor, tüm köy yaz tükenmeden kış
yiyeceklerini hazırlamak için var güçleriyle çalışıyordu. Peder, bu hummalı
çalışmadan duyduğu memnuniyet yüzündeki tebessüme yerleşmiş halde köyde dolaşıyor,
rastladığı köylülere, tanrının çalışan insanlara müjdesini hatırlatıyordu. “Siz,
tanrının bahşettiği ekinleri ona şükrederek derenler, sizlerin döktüğü her
damla ter cennette tahtınızın üzerinde birer inci olacaktır. Tanrı’nın
emrettiği şekilde çalışarak terleyen insanın kokusu Tanrı için cennetin kokusu
gibidir. Bu gün ter dökenler yarın cennetin mis kokulu gül bahçesinde
buluşacaklardır.” diyordu. Kış geldiğinde sıcak evlerinde afiyetle yiyeceklerini
hazırlayan köylüler de kendilerini tanrının krallığını kuşatmış kâfirlerin
üzerine atılan kahredici fedailer olarak görüp şevke geliyor, bu şevkle
dünyalık biriktirmeye devam ediyorlardı. Bu durum, pazar ayininde pederin köydeki
bazı gençlerin ergenliğe adım atma zamanlarının geldiğini bildirmesiyle değişiverdi.
Gençlerin ergenliğe adım atacak olmaları yazı takip edecek hasat bayramında bu
gençlerin kendilerine birer eş seçerek aile kuracakları anlamına da geliyordu.
Aşk dedikoduları dünyanın en tatlı dedikodusu değil midir? Bereket Mağarasına
giderek ergenliğe adım atacak gençlerden hangi delikanlının hangi genç kızla
evleneceği her fırsatta konuşulan tek konu halini almıştı. Bu gençlere her
karşılaşanın yönelttiği sırıtkan sorulara gençlerin pembeleşen utangaç
sessizlikleriyle vermedikleri cevaplar bile dilden dile değişerek tüm köyü
dolaşmaktaydı. Dikkatlerini yazın ağır işlerinden başka bir konuya çeken bu
dedikodular, köylülerin biriken işleri düşünerek yılgınlık göstermelerini de
engelliyordu. Bereket Mağarasına girecekler arasında Dumuzi ve İnanna da bulunmaktaydı.
O günden sonra Dumuzi nerede İnanna’yi görse gözlerini kaçırıyor onunla karşılaşmamaya
ve ona yaklaşmamaya özen gösteriyordu. Dumuzi, İnanna’nın da bakışlarını kendisinden
kaçırdığını görüyor kendi hissettiklerinin aynını İnanna’nın da hissettiğini
anlıyordu. Gelecek günlerde olacakların ne anlama geldiğini anlayamadığından, bu
güne kadar İnanna’nın onda uyandırdığı duyguların nasıl bir şekil alacağını
biraz da korkuyla beklemekteydi.
Mabedin
yaslandığı tepenin vadinin dik yamacıyla buluştuğu yerde bulunan Bereket Mağarası
köylülerin arınmak ve bebek sahibi olmak amacıyla ziyaret ettikleri bir yerdi.
Dar bir girişten sonra galeriler şeklinde devam eden mağaranın içi her daim
serin ve rutubetli olurdu. Bu tılsımlı mağara, insanın içinde taşıdığı
saptırıcı şehevi duygulardan arındığı ve bu duyguların tanrıya samimi bir
bağlanışa dönüştüğü kutsal bir yerdi. Bereket mağarası aşkı şehvetin
pençesinden kurtaran, şehvetin zorba elini aşkın üzerinden atan, eşlerin
birbirlerine duydukları saf aşkın beslendiği, büyütüldüğü bir yerdi. Çiftler bu
mağaraya birlikte girerler ve tanrı onlara nesillerini sürdürecek oğlan ve kız
çocuklar bağışlardı. “Şu dünyada hiç kimse yoktur ki, tanrı onu unutmuş olsun.”
Peder tanrının eşi olmayan dulları da bereket mağarasına kabul edilişini bu
sözlerle anlatırdı. Evet, Tanrı yarattığı hiçbir kulunu unutmaz, onun ihtiyaç
ve açlığını en iyi o bilir. Ve O kullarını gözetir. İnsanlar çoğu zaman bunu
bilmeseler de… Eşini kaybetmiş dullar bereket mağarasında, tanrının lütfuyla,
rüyalarına açılan cennet penceresinden eşlerine ulaşır onlarla hasret giderir,
ölümsüz aşklarını tazelerlerdi. Hatta tanrının saliha kullarından bazı
kadınların cennette bulunan eşlerinden kız veya oğlan çocuğu sahip oldukları da
oluyordu. Hatta köyün yaşlılarının anlattıkları bir olay vardı ki, inananların
tanrı tarafından kimsesiz ve bir başına bırakılmayacağına dair mucizevî bir
örnek durumundaydı. Yıllar önce köyde ergenliğe adım atacak gençler arasında
köylülerin daha önce hatırlamadıkları bir olay olmuştu. Yüzyıllardır hiç aksamadan
devam eden çiftleşme töreninde mağaraya girecek genç kız ve delikanlı
sayılarındaki süregelen eşitlik o yıl bozulmuştu. Köyün en yaşlılarının dahi daha
önce bir benzerini hatırlamadıkları bir olaydı bu. Bu nedenle köylüler arasında
dedikodulara neden olmuştu. Kimi köylüler tek kalan genç kızın köyün gizli günahlarını
üstlendiğini, bazıları bunun tanrının gizli bir gazabı, bazıları tanrının
iradesi karşısında gizli bir sınama olduğunu söylüyordu. Bu dedikodulardan
oldukça rahatsız olan peder, sorulduğunda her seferinde insanın tanrının
iradesini kavramaktan uzak olduğunu söyler ve tanrının hiçbir kulunu yalnız ve
çaresiz bırakmayacağı vaadini hatırlatırdı. Bereket mağarasına gençlerin
girecekleri gün geldiğinde peder, tüm genç kızların mağaraya girmesini ve
tanrıya yakarmalarını tavsiye etmişti. Ertesi gün mağaradan eşlerini bulmuş
olarak gençler el ele çıkmışlardı. Ancak tüm köy halkı merakla o genç kızın çıkışını
beklemişti. Bütün çiftler mağaradan çıktıktan sonra genç kız, o güne kadar
hiçbir insanın yüzünde görülmeyen gururlu bir tebessümle mağaradan çıkmış;
mağarada neler olduğunu soranlara tanrının ruhuna dokunduğunu söyleyerek evine
çekilmişti. Çok geçmeden genç kızın bebek yüklü olduğu anlaşılmıştı. Peder,
doğacak çocuğu ve annesini himayesine aldığını ilan ederek tüm köyün tanrının
müjdesine mazhar olduğunu müjdelemiş; bu ana oğlu tanrının kendilerine bir
armağanı olarak görüp kabul etmelerini istemişti. Mabette kendilerine verilen
küçük odada yaşamaya başlayan genç kız hayatını tanrıya hizmet saydığı mabedin işlerine
adamış ve babasız oğlunu büyütmüştü. Dünyaya getirdiği oğlan köydeki
yaşıtlarından çok farklıydı. Güçlü kuvvetli bir çocuk olarak büyüdü. Köyün
demircisinin yanında demirciliği öğrenen çocuk, köyde o güne kadar görülmemiş
sabanların, baltaların, tırpanların ustası olarak yetişti. Hıncını suskunluğunun
beslediği demircinin, damarları parmak parmak kabaran güçlü kollarıyla hınçla
vurduğu kızgın demirler çabucak şekil alır, her çekiç darbesinde küçük dükkânı
adeta titrerdi. Onu bazen dükkânın önünde vadiyi seyrederken bulanlar uzun süre
kendine gelmeyeceğini bilerek başka bir zaman gelmeleri gerektiğini anlardı.
Demirci bir gün kayboldu. Evet! Bir gün kayboldu. Nereye gitti ne duydular ne
de gören olmuştu. Birkaç gün sonra geri döndüğünde anlattığına göre, göğe
tırmanan demirci gökte insanın uçtuğunu görmüş, tırmandığı kayalardan
kurtulduğu halde düşmediğini görünce o kadar korkmuş ki kendinden geçmiş.
Gözlerini annesinin odasında açtığında bile korkusundan hala konuşamıyormuş.
Zaten o günden sonra da hayatının geri kalanını kudreti sonsuza hizmet ederek
geçireceğini söyleyerek dünya işlerinden tamamen el çekmişti.
Yorumlar
Yorum Gönder