Cennetten Kovuluş - 8. Bölüm

Dumuzi yavaşça gözlerini açtı. Eliyle alnını yokladı. Kalkmaya çalıştı, ilk seferinde başaramadan tekrar samanların üzerine düştü. Tutabileceği bir yer aradı. İkinci hamlesinde bulunduğu oylumda doğruldu. Mağaranın içini gözleriyle taradı. Bakışları İnanna’nın oylumuna geldiğinde neden orada bulunduğunu hatırlamış gibi oraya yöneldi. İnanna tüm güzelliğiyle huzur içerisinde uyumaktaydı. Onu yeniden tanımak ister gibi sabırla bakışlarını üzerinde gezdirdi. Saçlarına dokunmak için elini uzattığında eli havada asılı durdu, öteye geçemedi. Tüm oylumlardaki gençler uyumaktaydı. Bulunduğu galeriden dışarı çıktığında ilerideki sahanlıktan hızla bir karaltının ilerlediğini gördü. Oraya doğru yorgun adımlarla yürümeye başladı. Kendini daha karanlık ve dar bir galeride buldu.  Yürüyüşünü dar yüksek basamaklı ve adeta göğe yükselen bir merdiven durdurdu. Takip etmeye başladığı karaltıyı kaybetmişti. Geri dönmek için tereddütlü bir hamle yaptı. Ancak bundan çabuk vazgeçti ve merdivenlere yöneldi, çıkmaya başladı. Önünde birkaç basamaktan başka görebildiği bir şey yoktu. Mağara duvarlarındaki pürüzler kaybolmuş düzgün bir hal almışlardı. Mağaradan sızan ışık azaldıkça bastığı yerleri görememeye başlamıştı.  Kaç basamak çıktığını bilmiyordu. Geriye baktığında başladığı yerin belli belirsiz bir ışık yumağı haline geldiğini gördü. Basamakları çıktıkça yorulan bacaklarına binen yükün azaldığını, çıkmak için daha az güç sarf ettiğini hissediyor, en çok da buna hayret ediyordu. Bu durum çıkışını daha da hızlandırmış idi. Nihayet basamakları ikişer üçer çıkmaya başladı ve derken basamaklara geri dönmeyen ayaklarıyla bedeni havada asılı olarak kaldı. Elleriyle duvardan tutunmaya çalışarak kendini daha da yukarıya itmeye başladı. Duvarda kendini yukarı ittirecek yerler bulmaya odaklanan Dumuzi, karanlığın içinde kendisine bakan kırmızı tek bir gözle karşılaştığında korkuyla kendini durdurmaya çabalasa da kırmızı göze doğru yükselişini durduramadı. Koluna yapışan yaratık onu dar bir silindirin içerisinde çekmeye başladı. Yaratığın ayakları silindirin her tarafına uzanarak oldukça hızlı ilerliyor Dumuzi’yı arkasından çekiyordu. Dumuzi birkaç yardım çığlığı ve direniş tekmesinden sonra kaderine razı olmuşçasına sustu. Yeni bir şeyler öğrenmenin bedeli olarak kendisini bekleyen bilinmezin sonucuna katlanma arzusuydu bu.  Tüm kâşiflerin bilinmeze yelken açabilmelerinin altındaki esas güdü de buydu. Bilinenden alabildiğine sıkılmak… Bu hızlı yolculuk, alaca karanlık genişçe bir odada bitti. Kolu hala yaratığın elinde olarak odada peder İsois’i gördü. Peder, Dumuzi’ye bugüne kadar hiç bakmadığı kadar soğuk hatta kızgın bakmaktaydı. Yaratığa “Nerede buldun. “ dedi.
“Mağara çıkışına ulaşmıştı.” 
“Manyetik pabuç giydir.” dedi sertçe. Yaratığın bıraktığı Dumuzi, odada havada asılı olarak duruyordu. Yere inmek için ne kadar çabalasa da bir türlü ayakları üzerinde duramıyordu. Bu nafile çabayı seyreden Peder
“Kendini yorma, giy şu ayakkabıları.” dedi. Yaratığın uzattığı ayakkabıları giyen Dumuzi yavaşça ayakları üzerine dikelmeye başladı ve ayakları yere yapıştı. 
“Yürümek istediğinde öne doğru eğil ayakkabılar bunu anlar ve yürümene izin verir.”
Dumuzi’nin şaşkın yüzüne bakarken
“Işıklar İnsan modu. “ dedi peder.
Odanın aydınlığı arttı. Etraf daha iyi görülür hale geldi. Dumuzi, ışık artınca ilk olarak kendisini oraya taşıyan yaratığa baktı. Yaratık dev bir örümceğe benzemekteydi. Uzun sekiz bacağının birleştiği küçük gövdesinin tepesinde kırmızı bir ışık yanıyordu. Ancak bu örümcek demirden yapılmıştı. İrkilerek pedere doğru birkaç adım attı. Peder “Korkma senin için bir kedi yavrusundan daha zararsızdır. Merakına yenik düşüp mağaradan çıkarak yaptığın hata nedeniyle buradasın. Artık hayatının geri kalanı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Artık köyüne dönemezsin.”dedi.
Dumuzi, zihnine üşüşen soruları sıralamaya can atarken Peder İsois’ın havaya kalkan eli onu durdurdu.
“Sakin ol. Önce ne soracağını öğrenmelisin. “dedi. Ardından yaratığa dönerek
“Kalacağı yere götür.”
Yaratık, Dumuzi daha ağzını açamadan yine kolundan tutarak adeta arkasından sürükleyerek dar silindirin içine çekti. Açılan bir kapı, yanan ışıklar ve yaratığın bıraktığı kolu ovuşturan Dumuzi kendini farklı bir yerde buldu. Yaratık sadece “Dinlen” diyerek odadan çıktı. Ardından kapı kendiliğinden kapandı. Dumuzi odayı incelerken duvardaki ekran aydınlandı. Ekranda belli belirsiz görülen insan silueti “Hoş geldin Dumuzi. “ dedi. Dumuzi korkuyla geri sıçradı. “Kimsin?”
“Ben bir makineyim. Düşünebilen, öğrenebilen ve karar verebilen bir makine. Senden çok ta farklı değilim. Kafandaki sorulara cevap verecek ve kendini güvende hissetmene yardım edeceğim. Öncelikle şunu bilmeni isterim, korkman için hiçbir sebep yok. Çevrende gördüğün her şeyin amacı sizleri korumaktır.  Sevgili Dumuzi, ne yazık ki bildiğini sandığın her ne varsa aslında bildiğin gibi değil. Bunun nedeni de, dediğim gibi sizleri korumak”  Ekrandaki görüntü devam etti.”Bildiğini sandığın şeylerin aslında bambaşka şeyler olduğunu her öğrendiğinde ilk önce tüm bunların sizi korumayı amaçladığını düşün. Böylece hem korkunu yenebilirsin hem de öfkeni kontrol edebilirsin.“ Konuşmaya devam etti.
“Bizler şuan bir araç içerisindeyiz. Bizleri bir yerden başka bir yere taşıyan bir araç bu.”
Dumuzi heyecanla “Az önce köyümdeydim. Bereket mağarasındaydım. Uyandım …” Makine sözünü kesti.
“Dumuzi! Köyün olarak bildiğin yer, içinde bulunduğumuz aracın bir parçasıdır. Köyün, kendi ekseni etrafında dönen dev bir silindirden ibarettir. Siz o silindirin içerisine yerleştirilmiş bir köyde yaşamaktasınız. Dünyadaki bir köyün en yakın benzeri olarak tasarlanmış bir köy… ”
“O tepeler, balık tuttuğum dere, evlerimiz, hayvanlarımız…” Dumuzi sustu.
“Evet Dumuzi köyün ve içindeki her şey, kendi ekseni etrafında dönen dev bir silindirin içindedir.  Tüm detaylar yerçekimi de dâhil dünya benzeri bir yer yaratmak için tasarlandı.”
“Hayır! Kuşlar, böcekler, bitkiler onlar gerçekti.”
“Onlar gerçek değil demedim. Onlar dünyadakilerle aynı. Yani gerçek. Alıştığınız ve bildiğiniz gibi. Ancak tüm bunlar dünyadaki bir köyde yaşamıyor. Bir uzay aracının içinde dev bir silindirin içinde yaşıyorlar.”
“Nereye gidiyoruz”
“Yeni Dünyalara”
“Bizimkine ne oldu?”
“Bir şey olduğu yok. Yerinde duruyor.”
“Biz neden orada değiliz?”
“İnsan var olduğu ilk günden itibaren dünyayı değiştirmeye başladı.” Ekranda görüntüler akmaya başladı. “Ancak değişen dünya da insanı değiştirdi. Görüntüde bu değişim insanın yararına idi. Fakat bir yerden sonra görüldü ki, milyonlarca yılda tamamen farklı bir dünyada evrimleşen insan, çok kısa sürede kendi yarattığı dünyada hızla bambaşka bir varlığa dönüşmekte. Hayat uzamıştı, sınırsıza yakın enerji kaynaklarına ulaşan insan için imkânsız denilen pek çok şey mümkün kale gelmişti;  gıda başta olmak üzere hiçbir şey için çalışmaya gerek kalmamış, rekabetin olmadığı, kendini var eden seçilim baskısının ortadan kalktığı bir dünya yaratılmış, yani cennete dünyada ulaşılmıştı. Ancak insanın gerçekleşen cennet hayali, ne yazık ki insanın en büyük kâbusuna dönüştü. Kendini var eden, varlığını belirleyen temel güdülerinden sıyrılan insan, mutlu bir cennet hayatı umarken, türünün yok olma tehlikesi ile karşılaştı. İnsan artık, besin için savaşmayan, üremek için rekabet etmeyen, aile kurmayan, doğal yolla çoğalamayan, kendi bireyselliğinden çıkmaya istekli olmayan, ihtiyaçları seni buraya getiren ve benim gibi makinelerce karşılanan, yani evrimleştiği türden farklı bir türe dönüşmeye başladı. Böylece evrimin tasarımı olan insan türünün koruma altına alınması gerekliliği ortaya çıktı. Bu koruma dünyada yapılamazdı. Çünkü dünyada değişmeyen yer, ehlileştirilmeyen doğa parçası kalmamıştı. Ve bu iki insan türünü aynı gezegende birbirlerinin etkisinden uzak tutabilmek mümkün olamazdı. Bu nedenle insan türünün yenidünyalara tohumlanması düşünüldü. Köyünüz bu yolculuk için iyi bir ortamdı; yani insanı hem bedensel olarak, hem de kültürel değerleriyle taşımayı mümkün kılan bir araç. Siz nesiller boyu köyünüzde yaşayıp ölürken aslında yenidünyalara taşınmaktasınız. “
Dumuzi soru sormaktan vazgeçmişti. Sadece makinenin kendisine anlattıklarıyla yetiniyor. Büyüyen göz bebekleriyle ekrandaki görüntülere bakıyordu. Odanın içinde dolanıyor, ekrana tekrar dönüp gösterilen görüntülere bakıyor, gördükleriyle biraz daha yorgun düşüyordu. Birkaç saat boyunca bu işkence devam etti. Birkaç saat evvel gençlik hayalleri kuran bu adam şimdi sanki yaşlanmıştı.  Omuzları çöktü, boynu öne doğru eğildi, elleri her iki yanına düşmüş halde “İnanna” dedi. Makine sustu. “İnanna’ya ne oldu?”
“İnanna gayet iyi. Belki biraz üzgün. Senin tanrı katına yükseldiğini sanıyor. Babasının sen olduğunu düşündüğü yavrusunu sevgi ile büyütecek.”
“Tanrı katına yükseldiğime nasıl inanacak?”
“Dumuzi… Kutsal üçlerdeki ayinlerde pederin verdiği kutsal ekmekle tabii.”
“Nasıl?” diye ısrar etti.
“Köydeyken merak duygunun zayıflığını hatırla. Aynı konu üzerine kaç dakika düşünebiliyordun?” Düşünmesine zaman tanıdıktan sonra devam etti. “Sizin için her şeyi düşünen biri varsa bu kayıp da sayılmaz Dumuzi. Bizler sizin güvende olmanızı sağlamak için programlandık.”
“Babam o nedenle mi çıldırmıştı?”
“Evet Dumuzi, Kutsal ekmeği yemeyi bıraktığını geç fark ettik. Bu arada o senin baban da değildi zaten. Kimse sandığı kişi değil.” Dumuzi anlamadığını belirten ifadeyle makineye baktı. Açıklama gerektiğini düşünen ekrandaki siluet devam etti. “Aracımızda insanlar için kullanılan kaynak oldukça sınırlıdır. Bu nedenle üreme faaliyeti de kontrolümüzde devam etmektedir. Bereket mağarası dediğiniz yer, yetişkin insanlardan üreme hücresi sağılan ve uygun ceninlerin uygun rahimlere yerleştirildiği yerdir.” Dumuzi araya girdi “Her şey koca bir yalan. Bildiğim ve inandığım ne varsa hepsi yalan…”  sözünü sürdürmedi.
“İnsan bilmek ister; yalan da olsa. Dumuzi, yalan dediğin bunca şeyin, düne kadar hayatındaki önemini ve anlamını hatırlasana. Tanrı tarafından sevildiğini bilmek seni nasıl da mutlu etmekteydi; ya Pederin sevgisi? Kutsal kitaptaki kıssaları sayısız defa okuyuşların; Kendini kutsal kitaptaki peygamberlerle özdeşleştirmen, köyüne bağlılığın, aile sevgin ve İnanna’ya beslediğin duygular. Tüm bunlara şimdi yalan diyorsun. Ama dün bunlar mutlu hayatının vazgeçilmezleri değil miydi?”
 “Tüm bunları neden anlatıyorsun bana?”
“Merak eden sen değil miydin?”
“Anlayamıyorum. Söylediklerini duyuyorum ama ne anlama geldiğini anlamıyorum. Keşke köyümde yaşamaya devam etseydim. Anlamadığım ve anlamayacağım bu şeylerin hiç farkına varmasaydım. “ Gözleri doldu. Sesi titredi. “Ben şimdi ne yapacağım? Neye inanacağım?”
“Dumuzi hissettiklerin normal. Bunu sana neden anlattığımıza gelince… Yakın zamanda dünya koşullarına benzeyen bir gezegene tohumlanacaksın. Korkma! yalnız olmayacaksın. Tohumlamanın başarısı için bilgilendiriliyorsun. Alacağın bilgiler hayatta kalmanı temin edecek.” Dumuzi dikkat kesildi. “Beni bir yere mi göndereceksiniz?”
“Evet Dumuzi, İnanna ile birlikte. Dünyadan çok uzakta galaksinin çeperinde iki güneşli bir dünyaya.” Dumuzi sesindeki öfkeyi gizlemeden “Şimdi beni bilmediğim bir yere göndereceksiniz öyle mi? Neden biz? Yarattığınız cennette bize yer yok muydu?”
“Korkma Dumuzi, Bilmen gerekenleri sana öğreteceğiz. Uzaktan da olsa bizimle konuşabilmeni sağlayacağız. Gerekli eşyaları vereceğiz. İsimleri ve usulleri öğreteceğiz. Gerekli bilgi ile donatacağız. Tüm bunlar sende gizli kalacak. İnanna ve çocukların sadece seni bilecekler. Bu gezegenin Adem peygamberi olacak, kendi neslini yeşerteceksin. Kendi yaratacağın dinin peygamberi olacaksın. Milletinin kralı, istersen de Tanrısı…”
Kapı açıldı, peder İsois içeri girdi.
Dumuzi “Bana ne yapacaksınız?” diyerek öfkeyle bağırdı. Peder makineye dönerek “Aslına çabuk dönüyor değil mi?” diye sordu. Yüzünde tebessüm vardı. Dumuzi sesini daha da yükselterek “Bir hayvan gibi taşıyarak bizi…” Sözünü bitiremedi. Peder eliyle işaret ederek “Gel Dumuzi” dedi. “Şu karanlık çerçeve sandığın şeye bir bak. Bu içinde bulunduğumuz uzaya açılan bir pencere…” Dumuzi heyecanla kapkaranlık çerçeveye koştu.   Karanlıktan başka bir şey yoktu. Sadece koyu bir karanlık. Peder konuşmaya başladı. “Kalpleri çatlatacak bu karanlıkta, bu zifiri karanlıkta tek başına olmak duygusuna hangi insan dayanabilir?” Bir an durdu. Sonra devam etti. “İnsan çoğu zaman bilmek değil, inanmak ister. Biz de inanacaklarınızı size verdik. Düne kadar köyünde mutlu ve mesut yaşamakta idin; belki de en mutlu insanlarından biri olarak… Eğer mağarada uyandığında diğerlerini bekleyebilseydin bu hayatın bir müddet daha devam edecekti. Bir müddet diyorum çünkü sen zaten seçilmiştin. Dolayısıyla seni bu yolculuğa çıkaranlar emin ol ki rahatını, huzurunu ve güvende olmanı öncelik saymaktadır. Öfkeni kontrol et. Anlamaya çalış. Üstlendiğin görevi düşün. Tüm bu bildiklerini hiç bilmeyecek çocuklarının atası olarak, onların yenidünyalarında hayata kök salmalarını, yeni bir medeniyet kurmalarını sağlayacaksın. Kendi krallığını kuracaksın.” Dumuzi sakin bir sesle “Başka seçeneğimin olmadığını biliyorum. Ne zaman gideceğim?” Peder heyecanla söze girdi. “Biz hazırız. Sen hazır olduğunda gönderileceksin.  İnanna kutsal bir rüyadan uyanır gibi yenidünyanızda uyanacak. Onlara anlatacağın hikâye her ne olursa, o sizin ortak tarihiniz olacak.”


Dumuzi ve İnanna’nın yenidünyalarındaki yeni hayatları başka bir öyküdür ama bizim anlattığımız öykü burada bitmiştir.  

Yorumlar