Kayıtlar

Bozkır Çiçekleri

Bozkır çiçekleri hızla açar. Bilirler ki, son yağmurdan sonra fazla zamanları olmayacak. Bizimkisi de böyle bir şeydi. Aşkımız bir bozkır çiçeği gibi hızla açıverdi. Ameliyathaneye hızla yol alan sedyemin üzerinde tavandaki ışıkları kayıtsızlık içerisinde bir bir sayarak geride bırakırken, koridorun ilaç kokan havası yüzümü yalamaktaydı. Ani hareketlerle bir sağa bir sola sallanarak süren yolculuğum, sedyenin iki kanatlı büyük kapıya hızla çarpmasıyla sona erdi. Kapı çarpmanın etkisiyle sonuna kadar açıldı. Burası tamamen boş ve penceresiz bir odaydı. Sedyeyi bir kenarına yerleştirdikten sonra üzerime eğilen genç adam “Ameliyat sıranızı burada bekleyeceğiz. “ derken, beni yüreklendirmek ister gibi, hasta önlüğünün üzerinden elini omzuma koydu. Beklemek sorun olmasa diye düşündüm. İnsanın ömrü hep bir şeyleri beklemekle geçmiyor mu? Hep bir şeyleri beklemekten yaşamaya zaman bulamadığımız olmuyor muydu? Ancak bu bekleyiş başkaydı. Beynimde tik tak tik tak işleyen bir saat varken bekleme...

Modern Zaman Peygamberi

İnsan, kaybı da kazancı da eşit paylaşmak istemez. Kaybı ötekileştirip dışsallaştırarak ondan kurtulmak, bu olmazsa, yayarak payına düşeni azaltmak ister. Kazancı ise tam aksine sahiplenerek içselleştirmek, kendinde toplayarak payını artırmak ister. Kaybın ötekileştirip dışsallaştırılmasına en geniş halkadan (tüm insanlardan) başlanır, en büyükten başlayarak istemeye istemeye daha küçük halkalara doğru gelinir. Kayıp, ancak kendinden önceki halkalarda durdurulamaz ise-hiç arzu etmemesine karşın- gelip bizzat kendine ulaşır.   Ölüm gibi, kişiye kadar uzanabilen kayıplara “mutlak kayıp” diyebiliriz. İnsan, görünür vadede kendine ulaşamayacak kayıpları mutlak kayıp saymadığından ders almaz, pay çıkarmaz, kendini değişmeye zorlamaz. Az evvel defnedilen bir insanın mutlak kaybına karşı, taziye evlerinde en dünyevi sıradan meselelerin büyük bir aymazlıkla dillendiriliyor olması bundandır. Ölen başkası olduktan sonra insan ölümden de korkmaz. Melanetlerin öteki kıtalarda, öteki milletle...

Takma Kol

İnsansı bir saplantıdır ki muhtemeller, olasılıklar evreninden kurtulup gerçek evrene bir bir indirgendiklerinde, inanmaya meyilli zihinlerce mucize olarak yorumlanır ve tanrının varlığına bir delil olarak ileri sürülür. Ancak bunlar, olasılıklar evreninde potansiyel varlıklarını sürdürseler, inkâra meyilli zihinlerde tanrının yokluğuna yorumlanırlar. Fakat olasılıklar evreninin ne tanrının varlığını ne de yokluğunu vuzuha kavuşturma çabası söz konusudur. Bu, insan beyninin evrenin olağanüstü karmaşıklığı karşısındaki kör basitliği ve sınırlı boyutlara mahkûm oluşundandır. İnsan basiti karmaşıklığa, bütünü detaya tercih etme eğilimindedir... [1]  M- şehri, kuzeyi baştan başa yüksek dağlarla kuşatılmış ovaya karşı, sıradağın eteklerindeki dar düzlüğe tutunmuştu. Orman, sırtını yasladığı dağın heybetinden aldığı vahşi güç ile çatık kaşlarını yamacındaki şehre dikmiş, onu bir adım daha atamayacak halde tutunabildiği dar düzlüğe hapsetmişti. Çamın pek çok türünü sinesinde barı...

Benim Canım Neden Risotto Çekmiyor?

Canım neden risotto çekmiyor? Araştırıp öğrendim ki risotto İtalyan yemeği imiş.   Et suyu ve sebze ile pişirilen bir pirinç yemeği… Tadını bilmem, kokusunu bilmem; hiç yemedim. Lakin sorum hala cevap bulamadı. Neden benim canım risotto çekmiyor? Tereyağlı pirinç pilavını özlerim, severim, canım çeker, zaman zaman gözümde tüter de risotto aklıma bile gelmez. “Muhterem hayatta tatmadığın bir yemeği neden özleyesin ki?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama pirinç pilavını özlüyorum; neden? Beynim pirinç pilavını risottoya göre daha besleyici bulduğundan mı? Metebolizmam risottoya ihtiyaç duymuyor da pirinç pilavına yaşamsal bir ihtiyaç mı duyuyor? Bir İtalyan olsaydım bunun tam tersi bir durum mu söz konusu olacaktı? O zaman metabolizmam risottoya yaşamsal bir ihtiyaç mı duyacaktı? Aslında cevabı belli sorular bunlar. Bedenimizin beslenmesi bakımından risotto veya kuru fasulyeli pirinç pilavı arasında yaşamsal bir fark yok. O zaman canım neden pirinç pilavı çeker de risotto çekmez? ...

Ceset Çiçeği

Beni neyin uyandırdığını anlayamadım. Saat kaçtı bilmiyorum. Odanın karanlığı bedenimi benim için bile görünmez kıldığından, bilincim karanlık boşlukta asılı duruyordu; zamansız, zeminsiz ve bedensiz... Daha öncesi olmayan yabancısı olduğum bir ruh haliydi üzerimdeki. Belli belirsiz bir ürperti, korkuyla karışık derin bir düşünce, en korkulanla yüzleşme halinin çaresiz dinginliğiydi hissettiğim. Bilincim tekilliğini yitirmiş ve bölünmüştü. Kendi düşüncelerimi dinliyordum. Geçen her dakika, zaman ve mekân kavramlarının zayıflamakta olduğunu hissediyordum. Odamda olduğum ve kendi yatağımda yattığım bilgisi, bir evvelki günün anıları, bir sonraki günün planları, yani o geceyi geçmişi ve geleceği olan bir zaman parçası olarak idrakime çivileyen düşüncelerim, sönükleşiyordu. Sönükleşen bu düşüncelerin yerlerini keskin bir korku alıyordu.   O an “Ölmek böyle bir şey mi acaba?” diye mırıldandım. Cevap beklemediğim bu soruma aldığım “Evet” cevabı beni şaşırttı. Zihnimde bu cevabın izleri...

İnsanın Arka Kapısı

Bildiğimizi ne kadar ve nasıl biliyoruz? Örnek olarak nükleer reaktörler hakkında sahip olduğumuz fikrin kaynağını hiç sorguladınız mı? Nükleer santrallerin ne kadar güvenli olduğunu veya güvenli olmadığını nasıl biliyoruz? Eğer nükleer fizik doktoranız yoksa, nükleer santral inşaat teknolojilerini bilecek mühendislik formasyonunuz yoksa ve nükleer santralde uzun süre çalışmışlığınız yoksa, nükleer santrallerin ne kadar güvenli olduğuna dair fikriniz, bilimsel verileri derleyip, kendi bakış açısını, arzu ve eğilimi de içine katarak paketleyip önümüze koyan birilerine bağımlı olacaktır.   “Bilginin Paketlenmesi” olarak nitelediğim şey, uzmanlaşmanın zorunlu olduğu karmaşık, detaylı ve derin bilimsel/ampirik verilerin birileri tarafından yorumlanarak özet etiketler/ sonuçlar ile temsil edilir hale getirilmesidir. Fikir sahibi olmak veya karar vermek için başvurduğunuz bilgi paketlerinin etiketlerine itibar etmeyip, bilgi paketini açıp -karmaşık, detaylı ve derin bilimsel/ampirik ...

Azrail

Resim
Sabahın kovduğu kuytulardan çabucak dönen akşam karanlığı, şehrin dumanlı havasını yine karartmıştı. Şehrin üzerine çökmüş duman, kış akşamının erken karanlığı altında görünmez olsa da her solukta ince bir ciğer sızısı olarak varlığını hissettiriyordu. Şehir yine uzun, yine karanlık ve yine yalnız bir geceye hazırlanmaktaydı. Gece ki, kulaklarına yalnızlıklarını fısıldayacağı insanların, bundan kaçışlarının kör çıkmazlarda son bulmasını, sarıp sarmalandıkları kalabalıkların tel tel çözülerek ruhlarını çırılçıplak bir başlarına bırakmasını, sonsuza kadar sürecekmiş sanılan şehvetin diri meydan okuyuşunun takatsiz kalan bedenlerde sönüp gitmesini, tüm kaçışlarını tüketenlerin çaresiz bir kabullenişle ve tek başlarına kendisine dönüp gelmesini sabırla bekler. Gece ki, ışıyan sabah güneşini görmeyi umarak akşamdan sızanları bile karanlığın bir anında sessizliğinin dokunuşlarıyla uyandırır, kim ve ne olduğunu hatırlatır; sonra iflah olmaz yalnızlıklarını arsız yabani ot tohumları gibi...

Zürk Kavminin Trajik Hikayesi

Alçalan güneş, ağaçların gölgesini uzatarak odanın penceresine ulaştırmıştı. Adam, masasından kalktı pencereye yöneldi, üst üste yığılmış kitap yığını onu durdurdu. Kitapları sabırla kaldırdı, etrafına bakındı, nereye bırakabileceğini düşündü ve başka bir kitap tepesinin üzerine bırakarak pencereye ulaştı. Perdesini açtığı pencereden odaya hafif bir ışık süzüldü. Gölgesi penceresine vuran ağaçlara baktı. Belli belirsiz bir tıklama duyuldu. Adam kapıya bakarak "Buyrun" dedi.  Açılan kapının arkasından genç bir kadın göründü. -Erken mi geldim? Adam kadına doğru giderken, -Hayır, tam zamanında geldin.  Eliyle masanın üzerine özenle yerleştirilmiş kâğıt destesini gösterdi. -Nihayet bitti. Lütfen otur. Henüz fakslamadım. Birazdan çıkabiliriz. Kadın başıyla onayladı ve kendisine gösterilen koltuğa oturdu. -Bilim dünyasında ses getirecek bir çalışma... Kadın devam etmedi sözü adama bırakmış gibiydi. -Evet, ses getireceğini tahmin ediyorum. Ancak bilim dışı çevrelerden de yoğ...

Bireysel Faşizmin İnşası

Bir devlet ideolojisi olarak doğan faşizm, toplumun kayrılarak gelişim ve refahının artırılması olarak tanımlanır.   Bir araya getirilen, demet, bohça anlamlarına gelen fasces kelimesinden türetilen faşizm, bir grubun menfaatlerinin her ne pahasına olursa olsun öncelenmesidir. Tanımda kullanılan “Her ne pahasına olursa olsun” nitelemesi onun gerçek doğasını dışa vurmaktadır. Aynı zamanda faşizmin zulüm ve işkenceyle, kan ve göz yaşıyla yoğrulan tarihinin "nedenlerini" de anlaşılır kılmaktadır. Bir devlet ideolojisi olarak, insanlık tarihine kıyasla   çok yeni bir ideolojik isimlendirme olmasına karşılık faşizm, insanla yaşıt tarihsel bir olgudur. Gözden kaçan uzun karanlık tarihi, “her ne pahasına olursa kendi bireysel refahını/çıkarını öncelemek” olarak tanımlanan insan doğasının karanlık yanındaki derin ve yerleşik dürtülerle ilişkilendirilmesi halinde kendiliğinden aydınlanmaktadır.   Faşizm bu yönüyle bireyde, birey doğasında, insanla yaşıt olarak yerleşiktir. Bu ye...