Cennetten Kovuluş - 3. Bölüm

Köy, uzaktan göründüğünde, Dumuzi ve Peder iyice yükselen güneşin sıcağını hissetmeye başlamışlardı. Dumuzi, parlayan kapkara kayaların oluşturduğu derin bir vadinin yeşil dar tabanında kurulmuş köyü seyretti. Köyün hemen arkasında yükselen bir tepe vadinin bu tarafını kapatmaktaydı. Tepe, öbek öbek çalılarla kaplıydı. Her iki yanda yükselen yamaçların sadece alt kısımlarda kayalara tutunabilen bodurlaşmış ağaçlar bulunan vadi, köyden uzaklaştıkça açılıyor, dar tabanı genişliyordu. Tarlalarına gitmek için yollara düşmüş köylüler, köyün tek çıkışı olan vadi boyunca açılan patikalardan gruplar halinde ilerliyorlardı. Kiminin omzunda çapa, tırpan, yaba; kiminin elinde su testisi, yemek sepeti vardı.
Bu patikaları, yıllardır köylülerden başka hiçbir yabancının kullandığını hatırlayan veya duyan kimse yoktu. Köye bu güne kadar hiçbir yabancı uğramamış ve köyden ayrılan birkaç kişi de geri dönmemişti. Köyden ayrılmak isteyenler her seferinde pederin itirazı ile karşılaşmış “Tanrının yarattığı her yer birbirine benzer, buradaki huzuru bırakıp gitmek ne kazandıracak sizlere?” diyerek itiraz etmişti. Bu itirazda Tanrının iradesine karşı gelinmemesi gerektiği ikazı gizliydi. Köyden ayrılıp ta neden geri dönmediklerini kimsenin merak etmediği birkaç kişinin dışında, bu buyruğu çiğneyen çıkmamıştı.
Köye yaklaştıkça tarlalarına ve bahçelerine ulaşma telaşıyla hızla ovanın yolunu tutan köylülerin yüzleri belirginleşiyor, tanınıyordu. Dumuzi’nin gözleri merakla bir kişiyi aramaktaydı. Sonunda gözleri yaşlı dedesinin yanında elinde su testisiyle yürüyen İnanna’yı buldu. Onu her gördüğünde yüreğinin derinlerinde hissettiği belli belirsiz kıpırtıyı yine hissetti. Yetişmek için koşmaya başlamıştı ki, eli omzundan düşen pederi hatırladı, utançla olduğu yerde durarak pederle birlikte yürümeyi sürdürdü. Peder gülümsüyordu.
“Hadi oğlum! Gidebilirsin.”
Peder daha sözünü bitirmeden Dumuzi koşmaya başlamıştı bile. 
“Teşekkür ederim efendim.”
Kendisine doğru koşarak gelen Dumuzi’yi gördüğünde, her zaman olduğu gibi, yüzü kızaran İnanna, onu yüzünde utangaç bir tebessümle karşıladı. Beyaz teninde kızaran yanakları daha belirginleşmişti. Kendilerine yetişmesini bekledi.  Dumuzi elindeki kovayı kaldırarak nefes nefese
“Bak İnanna, kocaman bir benekli alabalık tuttum.”
“Tebrik ederim Dumuzi” dedi. 
İnanna, Dumuzi’un elindeki kovayı göstererek
“Dedeciğim! Dumuzi kocaman bir benekli alabalık tutmuş.”
Davut Dede, birkaç adım ileride durmuş onları seyrediyordu. Yaşlı adam tebessümle elini kaldırarak Dumuzi’ye selam verdi.
İnanna kovadaki balığa bakarken, Dumuzi de onu seyretti. Beyaz tenini, yüzüne düşen ve esen belli belirsiz rüzgârla oynaşan saçlarını, uzun kirpiklerini, pembeleşen yanaklarını ve biçimli dudaklarını seyrediyordu. Mümkün olsa, bıraksalar, usanmaz saatlerce seyrederdi onu. İçinde hissettiği bu duygulara yabancıydı, daha önce hiç hissetmemişti.  Anlayamadığı, anlam veremediği bu garip duygulardan hoşlanmıyor da değildi. Onu seyrederken yaşadığını daha iyi duyumsuyor, hayat ve yaşama taparcasına bağlandığını hissediyordu. Yaşadığı bu duygular onu değiştirmişti de; artık baktığı her yerde güzellik görüyor,  gördüğü her güzellik de dönüp dolaşıp İnanna ve ona duyduğu bu duyguları tekrar hatırlatıyordu. Bu duygusal bir kısır döngüydü. Ne gam! Varsın kısır döngü olsun. Aşk bu değil midir ki? İnanna, kendisine yönelen bu bakışın farkındaydı. Yanakları daha da kızararak al al yanmaya başlamıştı. Bakışlarını kovadan kaldırdı ve Dumizi’nin bakışlarıyla kilitledi bakışlarını. İşte bu bakışmanın arkasındaki mutluluk değil midir ki, insanın şu kainatta çektiği tarifsiz acılara katlanmasına değecek olan. Zaman onlar için durmuştu da ötekiler için akmaya devam etmekteydi. Torunun oyalanmasına daha fazla sabredemeyen adam,
“Hadi kızım, gecikiyoruz.” dedi. İnanna’yı daldığı derin mutluluk denizinden alıp getirdi bu söz.
“Hoşçakal Dumuzi.”
İnanna dedesine yetişmek için hızla yürümeye başladı. Dumuzi, hayatında sevgisiyle öne çıkan annesine ve kutsanmış pedere duyduğu sevgiden farklı duygular beslediği bu kızı, gözden kayboluncaya kadar seyretti. Az önce hissettiği coşkunun yerini alan ağır bir duygu yüreğini kaplamıştı. Bu düşüncelerle köyün yolunu tuttu. Güneş iyice yükselmişti. Köyün girişindeki bodur çınarın altında geride kalan birkaç köylü tarlalarına gitmek için toplanmışlardı. Dumuzi “Bereketli bir yıl dilerim.” diyerek onları selamladı. Annesini evin önündeki bahçeden sebze toplarken buldu.
“Anneciğim bak, kocaman bir benekli alabalık tuttum.”
Kovayı havaya kaldırarak bahçeye girdi. Sera, doğruldu, eteğine doldurduğu sebzeler nedeniyle güçlükle yürüyordu, kovanın içindeki balığa baktı.
“Benim oğlum büyümüş.” dedi. Dumuzi heyecanla karşılık verdi.
“Kutsanmış Peder de artık büyüdüğümü söyledi.”
Kadın bir an durakladı. Gözleri Dumuzi’nin yüzünde donarak derinlere dalıp gitti. Yüzüne kondurabildiği sahte tebessümü sürdürmeye çabalıyordu.

“Hadi bakalım büyümüş oğlum kahvaltıya” diyebildi sadece. Oğlunu önüne katan kadın çocuğun arkasından küçük evlerine girerken kapıda bir an durdu ve dönüp köy meydanına baktı. Köy meydanından tapınağa kıvrıla kıvrıla uzanan yolda peder yavaş yavaş yürüyordu. 

Yorumlar