Kayıtlar

Deneme etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Modern Zaman Peygamberi

İnsan, kaybı da kazancı da eşit paylaşmak istemez. Kaybı ötekileştirip dışsallaştırarak ondan kurtulmak, bu olmazsa, yayarak payına düşeni azaltmak ister. Kazancı ise tam aksine sahiplenerek içselleştirmek, kendinde toplayarak payını artırmak ister. Kaybın ötekileştirip dışsallaştırılmasına en geniş halkadan (tüm insanlardan) başlanır, en büyükten başlayarak istemeye istemeye daha küçük halkalara doğru gelinir. Kayıp, ancak kendinden önceki halkalarda durdurulamaz ise-hiç arzu etmemesine karşın- gelip bizzat kendine ulaşır.   Ölüm gibi, kişiye kadar uzanabilen kayıplara “mutlak kayıp” diyebiliriz. İnsan, görünür vadede kendine ulaşamayacak kayıpları mutlak kayıp saymadığından ders almaz, pay çıkarmaz, kendini değişmeye zorlamaz. Az evvel defnedilen bir insanın mutlak kaybına karşı, taziye evlerinde en dünyevi sıradan meselelerin büyük bir aymazlıkla dillendiriliyor olması bundandır. Ölen başkası olduktan sonra insan ölümden de korkmaz. Melanetlerin öteki kıtalarda, öteki milletle...

Benim Canım Neden Risotto Çekmiyor?

Canım neden risotto çekmiyor? Araştırıp öğrendim ki risotto İtalyan yemeği imiş.   Et suyu ve sebze ile pişirilen bir pirinç yemeği… Tadını bilmem, kokusunu bilmem; hiç yemedim. Lakin sorum hala cevap bulamadı. Neden benim canım risotto çekmiyor? Tereyağlı pirinç pilavını özlerim, severim, canım çeker, zaman zaman gözümde tüter de risotto aklıma bile gelmez. “Muhterem hayatta tatmadığın bir yemeği neden özleyesin ki?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama pirinç pilavını özlüyorum; neden? Beynim pirinç pilavını risottoya göre daha besleyici bulduğundan mı? Metebolizmam risottoya ihtiyaç duymuyor da pirinç pilavına yaşamsal bir ihtiyaç mı duyuyor? Bir İtalyan olsaydım bunun tam tersi bir durum mu söz konusu olacaktı? O zaman metabolizmam risottoya yaşamsal bir ihtiyaç mı duyacaktı? Aslında cevabı belli sorular bunlar. Bedenimizin beslenmesi bakımından risotto veya kuru fasulyeli pirinç pilavı arasında yaşamsal bir fark yok. O zaman canım neden pirinç pilavı çeker de risotto çekmez? ...

İnsanın Arka Kapısı

Bildiğimizi ne kadar ve nasıl biliyoruz? Örnek olarak nükleer reaktörler hakkında sahip olduğumuz fikrin kaynağını hiç sorguladınız mı? Nükleer santrallerin ne kadar güvenli olduğunu veya güvenli olmadığını nasıl biliyoruz? Eğer nükleer fizik doktoranız yoksa, nükleer santral inşaat teknolojilerini bilecek mühendislik formasyonunuz yoksa ve nükleer santralde uzun süre çalışmışlığınız yoksa, nükleer santrallerin ne kadar güvenli olduğuna dair fikriniz, bilimsel verileri derleyip, kendi bakış açısını, arzu ve eğilimi de içine katarak paketleyip önümüze koyan birilerine bağımlı olacaktır.   “Bilginin Paketlenmesi” olarak nitelediğim şey, uzmanlaşmanın zorunlu olduğu karmaşık, detaylı ve derin bilimsel/ampirik verilerin birileri tarafından yorumlanarak özet etiketler/ sonuçlar ile temsil edilir hale getirilmesidir. Fikir sahibi olmak veya karar vermek için başvurduğunuz bilgi paketlerinin etiketlerine itibar etmeyip, bilgi paketini açıp -karmaşık, detaylı ve derin bilimsel/ampirik ...

Bireysel Faşizmin İnşası

Bir devlet ideolojisi olarak doğan faşizm, toplumun kayrılarak gelişim ve refahının artırılması olarak tanımlanır.   Bir araya getirilen, demet, bohça anlamlarına gelen fasces kelimesinden türetilen faşizm, bir grubun menfaatlerinin her ne pahasına olursa olsun öncelenmesidir. Tanımda kullanılan “Her ne pahasına olursa olsun” nitelemesi onun gerçek doğasını dışa vurmaktadır. Aynı zamanda faşizmin zulüm ve işkenceyle, kan ve göz yaşıyla yoğrulan tarihinin "nedenlerini" de anlaşılır kılmaktadır. Bir devlet ideolojisi olarak, insanlık tarihine kıyasla   çok yeni bir ideolojik isimlendirme olmasına karşılık faşizm, insanla yaşıt tarihsel bir olgudur. Gözden kaçan uzun karanlık tarihi, “her ne pahasına olursa kendi bireysel refahını/çıkarını öncelemek” olarak tanımlanan insan doğasının karanlık yanındaki derin ve yerleşik dürtülerle ilişkilendirilmesi halinde kendiliğinden aydınlanmaktadır.   Faşizm bu yönüyle bireyde, birey doğasında, insanla yaşıt olarak yerleşiktir. Bu ye...

İnsan, Beynine Ulaşan Veri Kadar Mutludur

Resim
Profesör David Goodall Profesör David Goodall; kendi isteği ile hayatını sona erdirmek istemesiyle dünya basınına haber olarak girmiş botanik ve çevre bilimci. 104 yaşında kendisinin karar verdiği ölümüne gitmeden evvel verdiği mülakatta; bu yaşa gelmiş olmasının kendisi için bir pişmanlık olduğunu ve ölmek istediğini belirterek, kendisinden daha genç olanlar için dahi “ölme hakkının” bir vatandaşlık hakkı olduğunu vurgulamış, kendi ülkesi olan Avurturalya’nın vermediği bu hakkı tanıdığı için İsviçre halkına teşekkür etmiştir. Son gününde, 3 torunuyla Basel Botanik bahçesini gezen profesör Goodall, ölüme giderken, kendi seçimiyle Beethoven’ın 9. Senfoni’sinin final bölümünü dinlemeyi tercih etmiştir. Görme yetisi ve hareket kabiliyetini büyük ölçüde yitiren ve yeteri kadar yaşadığına karar veren profesörün ölümünün ardından, hayatta kalanlar bir anlık moladan sonra kendi gündemlerine dönmüştür.         İNSAN, BEYNİNE ULAŞAN VERİ KADAR MUTLUDUR G...

Müebbet Hapis

Resim
Photo by  Larisa Birta  on  Unsplash Keşke insan duygularını taşlara nakşedebilseydi. Mutluluklarını, umutlarını, umut edebilmenin verdiği hayata pervasız kafa tutmalarını. Ve tabii mutsuzluklarını, acı ve kederlerini yazabilseydi taşlara.    Duygularının geçiciliğini aşarak “Ben bunları hissettim” haykırışını ölümsüz kılabilse idi. Ama ne mümkün. Yazılan, daha doğrusu yazılabilen duyguların kendisi değildir, yazılabilen sadece gölgeler ve   kaba yontularıdır. Gölgeler, yontular, renkler, melodiler ve ötekindeki anlamını hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğimiz kelimelerle duygularımızı anlatabilmek çabasının içerisinde çırpınmaktayız.  Bir düşünün; önce tepeler, karlı dağlar, derin vadiler ve büyük denizlerin bizi sınırladığını, bizi hapsettiğini, hayal gücümüze sınır çizdiğini düşündük. Sonra bunları aşınca kıtaların bizi sınırladığını varsaydık. Buralar da aşıldı. İçinde yaşadığımız gezegenin bir yönüyle ana kucağı olmadığını, bizi kendine ...

Ahmaklık Manifestosu

Resim
” Yapay zekâ insanlı ğ ın sonunu getirebilir.” Stephen Hawking  “Yapay Zekâ, Uygarlık olarak kar ş ı kar ş ıya oldu ğ umuz en büyük risktir." Elon Musk Hayatta kalabilmek için cesaretini toplayarak mağaranızdan her çıktığınızda, size yönelen ilk tehditte mütemadiyen mağaranıza gerisin geri döndüğünüzü hala anlamıyorsunuz değil mi? Mağaranız sizin için yeterli ve güvenli olsaydı oradan zaten hiç çıkmazdınız. Böyle olmadığı için mağaranızdan çıkmak zorundasınız. Ancak çıktıktan sonra karşılaştığınız ilk tehditte, ilk meydan okumada, neden mecburen terk ettiğinizi unutarak, aynı mağaranıza geri dönmekte bu kadar ısrarcısınız? Ey insanlar! Atalarınız ve babalarınız da aynını yapardı. Siz de aynını yapmaktasınız. Her seferinde sonunu unuttuğu için tekrar tekrar dinlediği masalın sonunu merak eden insan, zekân kadar ahmaklığın da göz kamaştırıyor. Ne zaman başın sıkışsa, umutlarını kaybetsen, işlerin bozulsa, kendini çaresiz hissetsen, güçsüz ve yetersiz olduğuna inansan, kıs...

Tanrı Öldü mü?

Resim
Filozof Nietzsche’nin anlattığı, Tanrısını kaybeden insanın onu umutsuzca arayışının hikâyesini duymuşsunuzdur; "Öğle öncesi aydınlığında bir fener yakan, pazar yerinde koşarken durmadan 'Tanrı'yı arıyorum... Tanrı’yı arıyorum...’ diye bağıran kaçık adamı duymadınız mı? Oradakilerin çoğu, Tanrı'ya inanmayanlar olduğu için onun böyle davranması, büyük bir kahkahanın patlamasına yol açtı, onu kışkırttılar. 'Ne, yolunu mu şaşırmış?' diye sordu birisi. Bir başkası 'Çocuk gibi yolunu mu kaybetmiş?' dedi. 'Yoksa saklanıyor mu bizden?', 'Bizden korkuyor mu?', 'Yolculuğa mı çıkmış?', 'Yoksa göçmüş mü?'. Onlar birbirine böyle bağırarak güldüler..." Nietzsche’ye göre adam aradığı Tanrısını bulamayacaktır ve Tanrının ölümünü şu sözlerle ilan eder; “ Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altın...

Cennetten Kovuluş - Önsöz

Resim
İnsanın Cennetten kovulması kadim bir öyküdür. Bu öykü, insanın kendi tabiatındaki uslanmaz talepkârlığı ile birlikte yaratıldığını, kendisine bahşedilen cennet hayatının bile bu talepkârlığı eksiltemediğini anlatır. İnsanın cennette, cennetle bile tatmin olamayacağının, yetinemeyeceğinin ilk öyküsüdür bu.  İnsan var olduğu ilk andan itibaren, kendisi için talep etmeye başlamış, eline aldığı kader zincirini kendisi, sadece kendisi için durmadan, yorulmadan ve bıkmadan çekmeye başlamıştır. Çektiği kader zincirinin her halkası bazen hayat, bazen ölüm, bazen acı, bazen mutluluk getirmiştir. Ama o kendi kaderinin zincirini çekmeye devam etmiştir. İnsan aslında çektiği kader zincirinin azat olunmaz bir kölesidir de aynı zamanda. Tanrı ilk insan olan Adem’i yaratır. Adem’in cennette canı sıkılır. Cennette canı sıkılan Adem’e eş ve arkadaş olsun diye Havva yaratılır. Tanrı, büyük cömertliğiyle, Adem ve Havva’ya cennette bahşettiği nimetlerden istediklerini yiyip içerek mutl...

Hüzün

Resim
Hüzün, duyguların en asilidir. En ağırbaşlısı, en zor bulunanı ve en önemlisi elde tutulması en zor olanıdır. Söz gelimi acı diyelim, sorar mı insanın yüreğini yakmak için, izin alır mı, gelince gitmesini bilir mi? Ya öfke, biz mi gelsin isteriz? Gelir mantığımızı esir alır pek çok hatayı, utancı yaşattıktan sonra geride bir gönül, çoğu zamanda insan enkazı bırakarak gider. Neşeye bakalım. Peşinden koşarız bulup sahip olmaya çalışırız, bulduğumuzda doyunca yaşarız ama hayatı inkâr ederek, onu yapaylaştırarak, hakikati ve hakikat algısını yok saymak pahasına ulaşırız ona. Nefret, bencillik, kin gibi duygular ise artık hüznün yaşayamayacağı kadar çoraklaşmış, kurumuş ve dahi çölleşmiş gönüllerde var olabilen yegâne duygulardır. O gönüller artık hüzünlenemeyecek gönüllerdir. O gönülleri hüzünlendirmek çölde karanfil yetiştirmek kadar zordur. Ne büyük bir kayıptır bu. Hüzün ise ne teslim olur havailiğe neşe gibi ne de karanlığa keder gibi. Hayat serüvenin başı ile sonu arasında en...