Cennetten Kovuluş - 6. Bölüm

Evlenmemiş ergenler bereket mağarasında kendilerine ilham edilen eşleri, Tanrının bir buyruğu olarak kabul edip, seçerlerdi. Köydeki tüm mutlu yuvalar bereket mağarasının kutsal yol göstericiliğiyle kurulmuştu. Bu güne kadar iki delikanlının aynı genç kızı rüyasında görmesi veya iki genç kızın aynı delikanlıyı rüyalarında görmesi ne duyulmuş ne de görülmüştü. Bu da seçilen eşlerin tanrının her insanın alnına yazdığı kaderinin dosdoğru tecellisi olarak görülür, tanrının buyruklarının sorgulanmaması gerektiğine yorumlanırdı. Bereket mağarasından el ele çıkan eşlerin, yalnız dulların ve eşlerini bulmuş ergenlerin yüzlerine yansıyan sükûnet aşkın uhrevi yanının ifadesinden başka bir şey değildi. Şehvetin çirkinliği, kiri ve özünde taşıdığı şiddeti geride bırakan bu insanlar, çekilen şehvet sularının gizlediği nice manevi güzelliği içlerinde bulurlardı. Bu tabii ki tanrının bir mucizesi idi. Tanrı şehvetin kirlerini onlardan uzaklaştırmıştı. Dünyaya gelen tüm çocuklar bu kire bulaşmamış eşlerin çocukları olarak dünyaya gelmekteydi.     
Çiftleşme töreni yaklaştıkça Dumuzi’nin heyecanı ürkütücü bir nitelik kazanmaktaydı. Bereket mağarasında ne ile karşılaşacağını merak ediyor; mağaradan çıktığında hayatının geri dönülmez bir şekilde değişeceğini düşündükçe heyecanı daha da artıyordu. “Anne babamla birbirinizi nasıl seçtiniz?” uzayan akşam yemeği masasında sorulan bu soru Sera’yı dudaklarında donan tebessümle alıp uzaklara götürmüştü. Elindeki kaşığı yavaşça masaya bıraktı.
“O gün çok heyecanlıydık. Babanla mağaraya girerken göz göze geldiğimizi hatırlıyorum. O kısa bakış pek çok şeyi anlatıyordu. Beni seç diyordu sanki. Bana ayrılan köşedeki samanların üzerine ürpererek oturduğumu hatırlıyorum. Hep birlikte söylediğimiz bereket duasıyla beraber sessizce uzandım samanların üzerine. Gördüğüm rüya hala hafızamda tazeliğini korumaktadır. Babanın bana sıkı sıkı sarıldığını gördüm, neresi olduğunu bilmediğim büyük ağaçların bulunduğu bir yerde babanla el ele dolaşıyorduk. Gözlerimi açtığımda babanı yanı başımda buldum. O benden önce uyanmıştı. Sıkıca sarıldık birbirimize. Evlenme törenimizin yapıldığı hasat bayramında karnımda kıpırdamaya başlamıştın bile.”
Sera sevgiyle oğluna baktı. Derin bir özlemle
“Bana O’nu hatırlatıyorsun.” dedi.  
Ama bu sözünün burada kalmayacağını biliyordu. Dumuzi’nin sürdüreceği soruları nedeniyle kararsız bir hali vardı. Hatıralardan bahsetmek bir yanıyla onu üzse de diğer yandan onların sadece kendi hafızasında yaşayarak kendiyle beraber yok olup gitmesine razı olamıyordu. Sesine yansıyan tereddüt işte buydu. Beklediği gibi de oldu.
“ Anne Babam nasıl biriydi?” diye soru verdi. Sera düşüncelere daldı. Sorulan soruya değil de kendi istediğini, eski günlerin mutluluklarını arzu ettiği gibi anlatmak, daha doğrusu mutlu zamanlarını yad etmek istiyordu.
“Baban arınma mağarasında her seferinde beni daha çok severek çıktığını söylerdi. Bu nedenle bana, sen benim cennetimsin.” derdi.
Sera sustu, masanın örtüsündeki kırışıkları eliyle düzeltti. Ne söyleyeceğine karar veremiyor gibiydi. Kalbinin derinliklerinde sakladıklarını oğluyla paylaşmaya can atıyor ancak anlatacaklarının oğlunda yaşamaya devam etmesinden çekiniyordu. Dumuzi’nin yüzüne baktı.
“Sen doğduktan sonra hayatımızda eksik kalan son şey de tamamlanmıştı.” dedi. Belli belirsiz bir el hareketiyle mabedin olduğu yönü işaret ederek
“Şu dağların arkasında neyin olduğu umurumuzda değildi. Birbirimize yetiyorduk.” dedi. Boynunu bükerek omuzlarını kaldırdı.
“Daha doğrusu benim için öyleymiş. Çünkü baban bir müddet sonra cevabını kimsenin bilmediği sorular sormaya başladı. Ona engel olamadım. Önceleri onunla uzun uzun konuşurduk. Sonra sorduğu soruları geçiştirerek onu bu soruları sormaktan caydıracağımı düşündüm. Ama yanılmışım. Bir müddet sonra artık benimle de konuşmaz oldu. Hep düşünceli ve hep dalgındı. Odasına kapanır saatlerce çıkmazdı. Bir müddet sonra hiç çalışmaz oldu. Sık sık ‘bulacağım, burada yanlış olan şeyi bulacağım” derdi.
Sera önünde duran bardaktan bir yudum aldıktan sonra bardağı masaya koyarken aldığı yudumu hızlıca yuttu ve konuşmaya devam etti.
“Her şey çok kötü de değildi. Ölümünden bir müddet önce O’nu tanıyamadığımı düşündüğüm de olmuyor değildi. Benim tanıdığım adam sanki değişmiş bambaşka biri olmuştu. Bana çok farklı davranıyordu. Bu değişik davranışı hoşuma gitse de derinden içimi bir korku kaplamıştı. Köydeki hiçbir erkeğin kadınına bağlanmadığı şekilde bana bağlanmıştı. Bakışları olduğundan çok daha manalıydı. Fakat daha önce kimsenin dikkatini çekmeyen konuları tekrarlayıp duruyordu. Neden bu köyde yalnız yaşadığımız, bu civarda başka köy olup olmadığı, buraya nereden geldiğimiz, dağların arkasında neyin olduğunu sorup duruyordu. Artık köyden hiç kimseyle konuşmaz olmuştu. Peder bu zor zamanlarında onunla ilgilendiyse de bir müddet sonra onunla da konuşmaz olmuştu. Ölümünden önce artık ayinleri tamamen bırakmıştı. Odasına kapanarak vakit geçiriyordu. Vaktini nasıl geçirdiğini sorduğumda Kutsal kitabı okuduğunu söylerdi. Sonra o gün…” dedi kadın ve sustu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Dumuzi’un elini tuttu.
“Artık büyüdüğüne göre bunları bilmeye hakkın var oğlum. O gün, yani babanın öldüğü gün, pederin tüm ısrarına rağmen yine ayine gelmemişti. Ayinden çıktığımızda onu mabedin önünde öfkeden yüzü kıpkırmızı olmuş halde bulduk. Peder’e öfkeyle kim olduğunu sordu. Pederin verdiği hiçbir cevap onu tatmin etmiyordu ve her seferinde daha da öfkelenerek tekrar soruyordu. Öfkesi, sanki bildiği cevabı pedere söyletememekten büyüyor gibiydi. Sonra köylülere dönüp, pederi işaret ederek onun kim olduğunu öğrenmelerinin zamanının geldiğini bağırmaya başladı. Sözünü bitirmişti ki, gökte güneşten daha aydınlık bir ışık topu belirdi. Hızla yere inen bu ışık topu, babanı içine aldı. Baban ışık topunun içinde ansızın görünmez oldu. Sonra ışık yükselmeye başladı ve geldiği hızda gökyüzünde kayboldu. Bütün köy halkı tapınakta toplandık ve tanrının bizi affetmesi için günlerce dua ettik. Gökyüzü kara bulutlarla kaplandı. Yeri sarsan şimşekler günlerce sürdü. Tanrı öfkesini üzerimize boşaltıyordu. O sene ekinlerimiz bir kısmı tarlada kurudu. Köy için zor bir yıl oldu. Yarı aç yarı tok olarak yaşadık.”   Kadın derin bir nefes aldı.  Oğlunun gözlerine bakarak devam etti.
“Sen de sorular sormaya başladığında korkuyorum. Bütün köy bir yıl boyunca açlık çekerek bedelini ödediğimiz soruların artık kimse tarafından sorulmasını istemiyoruz. Bu nedenle aklını bu anlamsız sorularla meşgul etme. Bak büyüdün erkek oldun. Yakında bir aile kuracaksın. “
Dumuzi’nin yüzünde buruk bir tebessüm belirdi.
“Bereket mağarasında ne olacak anne? “

Sera, bereket mağarasına girmeye hazırlanan oğlunun gözlerine bakışlarını dikerek tatlı bir tebessümle güldükten sonra “Bak oğlum! Her erkek ve kadın çocukluktan çıktıklarında, atalarımızın cennetten kovulmasına neden olan kötü ruhlarla karşılaşırlar. Bu kötü ruhların kutsanmış ruhumuzu kirletememeleri için, belli zamanlarda o mağarada geceleyerek ruhlarımızı arındırırız. Arındığımız bu mağarada tanrı bizlere bir pencere açarak cennetini seyretmemize izin verir. Cennetteki noksansız ve kusursuz yaşamı görenler, kötü ruhların şerrinden kendilerini daha iyi koruyabilirler. Ve tanrı lütfunden bizlere neslimizi devam ettirecek tertemiz yavrular bağışlar.”

Yorumlar