Tanrı Öldü mü?
Filozof Nietzsche’nin anlattığı,
Tanrısını kaybeden insanın onu umutsuzca arayışının hikâyesini duymuşsunuzdur;
"Öğle öncesi aydınlığında bir fener yakan, pazar yerinde koşarken durmadan 'Tanrı'yı arıyorum... Tanrı’yı arıyorum...’ diye bağıran kaçık adamı duymadınız mı? Oradakilerin çoğu, Tanrı'ya inanmayanlar olduğu için onun böyle davranması, büyük bir kahkahanın patlamasına yol açtı, onu kışkırttılar. 'Ne, yolunu mu şaşırmış?' diye sordu birisi. Bir başkası 'Çocuk gibi yolunu mu kaybetmiş?' dedi. 'Yoksa saklanıyor mu bizden?', 'Bizden korkuyor mu?', 'Yolculuğa mı çıkmış?', 'Yoksa göçmüş mü?'. Onlar birbirine böyle bağırarak güldüler..." Nietzsche’ye göre adam aradığı Tanrısını bulamayacaktır ve Tanrının ölümünü şu sözlerle ilan eder; “Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?”
"Öğle öncesi aydınlığında bir fener yakan, pazar yerinde koşarken durmadan 'Tanrı'yı arıyorum... Tanrı’yı arıyorum...’ diye bağıran kaçık adamı duymadınız mı? Oradakilerin çoğu, Tanrı'ya inanmayanlar olduğu için onun böyle davranması, büyük bir kahkahanın patlamasına yol açtı, onu kışkırttılar. 'Ne, yolunu mu şaşırmış?' diye sordu birisi. Bir başkası 'Çocuk gibi yolunu mu kaybetmiş?' dedi. 'Yoksa saklanıyor mu bizden?', 'Bizden korkuyor mu?', 'Yolculuğa mı çıkmış?', 'Yoksa göçmüş mü?'. Onlar birbirine böyle bağırarak güldüler..." Nietzsche’ye göre adam aradığı Tanrısını bulamayacaktır ve Tanrının ölümünü şu sözlerle ilan eder; “Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?”
Ancak bu ilan, Tanrıdan kurtuluş mutluluğunun
ilanı da değildir ona göre. Tanrısını kaybeden insanı nelerin beklediğine
işaret eder. Zaaflarından arınıp yükselemeyen insan için gelecek aydınlık
değildir.
Nietzsche’nin Tanrının öldüğüne
dair bu ifadesi, bana hep Tanrının mutlak ölümüne, yok oluşuna başka bir
tabirle insanlar üzerindeki etkisinin, insanların ona yönelttikleri hürmet,
itaat ve bağlılıklarının ve tabii beğeni ve sevgilerinin mutlak sona erişine işaret
ettiğini düşündürür. Bir daha dirilemeyecek bir ölümdür tanrınınki. Sanki Tanrıyı ölüme götüren nedenlerin hiç
yaşanmamış olmasını bu nedenle diler. İnsanın, Tanrısını hiçbir zaman öldürecek
noktaya gelmemiş olmasını ve bu geri döndürülemez ölümün hiç vuku bulmamış olmasını
diler gibidir.
Ancak şuan “Tanrı öldü mü?”
sorusunu hala sorabildiğimize ve buna verilebilecek her cevaba da itiraz
edebildiğimize göre; aslında bahsedilen ölümün mutlak bir ölüm olmadığını ifade
edebiliriz. Yani “Nietzsche’ye göre Tanrı ölmüştür.”ya da “O çağda o coğrafyada
yaşayan insanlara göre Tanrı ölmüştür.” İfadesi daha doğru bir ifadedir. Perspektivizmin bulanık sularına geldik
dayandık yine. O zaman soralım, Tanrı
ölür mü? Bu farklı cevaplar alınabilecek bir sorudur. Sormaya devam edelim.
Şiir ölür mü? Moda ölür mü? Western filmler ölür mü? Edebiyat ölür mü? Resim ölür
mü? Mimari ölür mü? Klasik felsefe ölür mü? Ruhçuluk ölür mü? New Age ölür mü? Vs. Soruları artırabiliriz. Ya yerçekimi ölür mü? Veya iki hidrojen
atomunun bir oksijen atomuyla birleşip su molekülünü oluşturması ölür mü? Termodinamiğin
birinci ve ikinci yasası ölür mü? Vs. Bu sorulardan ilk gruptakilerin cevapları;
cevaplayana, zamana, mekâna, kasta göre “evet” de olabilir “hayır” da olabilir.
İkinci kategorideki soruların cevapları ise kesinlikle hayırdır. Bu iki
kategorinin nitelik farkları nerededir? İlk kategori insan zihninin ürünleri iken
ikinci kategoridekiler zihnimizin dışında, bizden bağımsız ve kendilerini bize
dayatan çevreye aittir. Yani birinin sahibi ve yaratıcısı bizken, ötekilerinin
sadece keşfedeni bizleriz. Bu bağlamda insanın edindiği veya yarattığı tüm
bilgiyi iki kutuplu bir eksene yerleştirirsek eğer; bir uçta insan
tarafından salt zihninde yaratılan,
kendini dayatamayan –varlığı bizim itibar etmemize tabi olan- bilgisel yaratımlar yer alırken, diğer tarafta
ise fizik evrenin bize karşı konulmaz olarak dayattığı – varlığı bizim onay ve
kabulümüze bağlı olmayan- keşiflerimiz yer alır. Yani bir uçta bizim efendisi
olduğumuz fikirler, diğer tarafta bize kendini dayatan fizik evrene ait keşiflerimiz.
Efendisi olduğumuzu öldürebilir veya yeniden diriltebiliriz, buna karşılık
fizik evrenin bize dayattıklarını ne öldürebilir ne de tekrar diriltebiliriz. İnsanın
sahip olduğu tüm bilgi işte bu eksenin farklı yerlerine -dolayısıyla her iki
kutuptan aldığı farklı düzeydeki bileşenlerle- dizilebilir. Yer çekimi mimariyi
etkiler, sınır koyar, kendini karşı konulmaz olarak dayatır. Koyduğu sınırlar
içerisinde insana özgürlük de tanır. İnsan, zevklerine göre bir mimari yaratır.
Zaman değişir ihtiyaç ve zevkler değişir, bir mimari ekol yok olur, yerine
farklı bir tarz mimari doğar. Bir mimari ölür yeni bir mimarı anlayış
doğuverir. Bu değişim coğrafik bölgeler itibariyle de değişim gösterir. Bir
yerde yok olan bir mimarı tarz başka bir yerde yeniden doğuverir. Yer çekimi
mi? O ölmez, yok olmaz, hükmünü yitirmez. O ve koyduğu sınırlar hep vardır, var
olacaktır. Yer çekimi öldü diyen de çıkmaz. Biri bunu iddia edecek olsa da ya
kafasını kırar ya bacağını. Bahsettiğimiz eksenin bir kutbunda mutlak olarak
zihinde yaratılan bilgiler bulunduğundan burada perspektivizm egemendir. Beyin
sayısı kadar farklı bakış vardır ve bu son derece doğaldır. Eksenin diğer
tarafında ise termodinamiğin yasaları gibi temel keşif bilgileri vardır. Burada
perspektivizimden söz edilemez. Bilgi tektir ve bu bilginin içeriği ne ölür ne
de öldürülür.
Yukarıda anlatılanlara dayanarak
hikâyemi anlatabilirim artık. Gecenin kör karanlığında elinde karanlık feneri
ile karanlığa karanlık katan o adamın hikâyesini duymuşsunuzdur. Hani “Tanrı’yı
buldum Tanrı’yı buldum” diyerek geceyi inleten o adamın hikâyesini… Sorarlar
“Ey ulu kişi nerede buldun Tanrımızı.” Adam şöyle der “Buldum Onu. Bize öldüğü
söylenmişti. Dünyalık işlerimizi düzene sokan, göğü başımızda tutan,
ahlakımızın bekçisi, O tanrıyı buldum. Gelin karanlık fenerimin etrafına
toplanın anlatayım size Tanrıyı nerede bulduğumu.” Adamlar karanlık fenerin
etrafında toplandılar. Adam anlatmaya başladı; “Toprağı savaşın akıttığı kanla
kokuşmuş savaş meydanında dolaştım. Göğsüne oturarak, canını boğazından çekmekte
olan azrailin bir ara soluklanmasını fırsat bilen gencecik asker, acılarını
yutkunarak gözlerime baktı ve ‘Tanrı için’ dedi. Hemen sonrasında Azrail var gücüyle
gencin canını boğazından çekip çıkarıverdi. Cansız başı toprağa düştü gencin,
gözleri hala bana bakıyordu ve sanki hala ‘Tanrı için’ diye haykırıyordu. Oradan
biraz uzaklaştım. Ayağım bir şeye takıldı. Kopan bir inilti duydum. Etrafa
bakındım. Zorlukla nefes alan bir adam ‘Üzülme o bacağım zaten kopacaktı’ dedi.
Ve devam etti ‘O kopan bacağım benden ayrılır ayrılmaz çürümeye başlayan bir
uzvumdu, eğer Tanrıyı içimde hissetmeseydim. Şimdi o, Tanrıya bedenimden sunduğum
bir adağa dönüştü. Tanrıya adanmış bu bacağımın yokluğunu onur ile taşıyacağım’.
Ey gafiller Tanrıyı bulmak değil midir bu? Çocuğunun taze bedenini toprağa
vermiş bir annenin yüreğinde, fakirlikten feri sönen gözlerde, sabırda,
tahammülde ve kabullenişte Tanrının alametini göremeyenler başka nerede
bulabilirsiniz Tanrıyı? Ölümde, acıda, çaresizlikte, mazlumun feryadında,
hastanın inlemesinde, korkunun ta odağında aramalısınız Tanrıyı. Tanrı cennette
aranmaz; cehenneme bakmalısınız. Gündüz aydınlıkta değil gece karanlığının
yalnızlığında aramalısınız.“ Adam fenerini kaldırdı ve etrafında toplananlara
baktı. Dehşetten gözleri büyümüş kalabalığın içinden biri korkusunu zorla
yutkunarak “Tanrıyı bulduk!” diye mırıldandı. Hepsi bağrışmaya başladı. “Cennette
öldürdüğümüz Tanrıyı Cehennemde bulduk.”
Fahreddin FIRAT
Fahreddin FIRAT
Yorumlar
Yorum Gönder