İnsan, Beynine Ulaşan Veri Kadar Mutludur

Profesör David Goodall

Profesör David Goodall; kendi isteği ile hayatını sona erdirmek istemesiyle dünya basınına haber olarak girmiş botanik ve çevre bilimci. 104 yaşında kendisinin karar verdiği ölümüne gitmeden evvel verdiği mülakatta; bu yaşa gelmiş olmasının kendisi için bir pişmanlık olduğunu ve ölmek istediğini belirterek, kendisinden daha genç olanlar için dahi “ölme hakkının” bir vatandaşlık hakkı olduğunu vurgulamış, kendi ülkesi olan Avurturalya’nın vermediği bu hakkı tanıdığı için İsviçre halkına teşekkür etmiştir. Son gününde, 3 torunuyla Basel Botanik bahçesini gezen profesör Goodall, ölüme giderken, kendi seçimiyle Beethoven’ın 9. Senfoni’sinin final bölümünü dinlemeyi tercih etmiştir. Görme yetisi ve hareket kabiliyetini büyük ölçüde yitiren ve yeteri kadar yaşadığına karar veren profesörün ölümünün ardından, hayatta kalanlar bir anlık moladan sonra kendi gündemlerine dönmüştür.     

İNSAN, BEYNİNE ULAŞAN VERİ KADAR MUTLUDUR
Güçlü hayatta kalma güdüsüyle dünyaya tutunan insan neden hayatının bir döneminde kendi ölümünü ister? İnsanı kendi ölümünü isteyecek noktaya taşıyan nedir? Yaşamaktan usanılır mı? Yaşamdan duyulan usanç, onu sonlandırma noktasına varacak kadar büyüyebilir mi? Bu usanca ilk kez çocukluk yıllarımda babaannemde şahit olmuştum. Bir insanın kendi ölümünü samimiyet ve arzuyla istemesini anlayamamıştım.
İnsanın kendi ölümünü arzulama noktasına gelmesi, insanın evriminde gizlidir. İlk duyuşta bu ifade evrimin temel dinamiğiyle uyuşmuyor gibi görülebilir. Çünkü evrimsel süreç, canlının çevresel koşullara uyumunu artırarak türlerin hayatta kalmalarını sağlayan bir süreçtir. O halde evrim, çevreye uyumunu artırarak hayatta kalmasını sağladığı insanı, hayatının bir döneminde ölümü arzular hale neden getirir? İnsan beyni, çevresinden elde ettiği verileri işleme, değerlendirme ve bunlardan sonuç çıkarabilmesi baskısı ile evrimleşmiştir. Bu, zayıf bedeniyle insanın hayatta kalabilmesini sağlamıştır. Ancak bir yan ürün olarak, veri ve uyaranlara varoluşsal olarak bağımlı bir beyin de yaratmıştır. İşte bu bağımlı beyin hayatının bir aşamasında yeterli veri ve uyaran tarafından beslenemediğinde kendi ölümünü arzu edecek noktaya gelebilmektedir.   
Uykuda dahi durmayan ve sürekli çalışmak üzerine kurulu olan beynimiz için en tehlikeli durum, işleyeceği yeni verilerin yetersizleşmesiyle ilgisini dış âlemden iç âlemine, yani kendine yöneltmesi ve içine kapanmasıdır. İçe kapanan bir beyin, taşıdığı beden için yok etme tehdidi anlamına gelmektedir.
İnsanın hayatta kalma güdüsü gündelik yaşamımızda çeşitli kılıklarda karşımıza çıkar. Bu güdü kendini o kadar iyi gizler ki, sergilenen davranışlara yanıltıcı anlamlar ve amaçlar yükler, izahlar getiririz. Sporu oyun olarak niteleriz, balıkçılığı hobi, beraberliklerimizin aşkımızın mahsulü olduğunu düşünürüz de aşkımızın kaynağını merak etmeyiz, menkul kıymet simsarlığını faturaları ödemek için yapılan bir iş olarak niteleriz vs. Bu nitelemeler sadece davranışlarımızda olan gerçek itkiyi örten örtülerdir. Bu güdü o kadar güçlü ve kapsayıcıdır ki sanatsal yaratımlarımızın kaynağını dahi oluşturduğuna dair çok güçlü bulgular bulunmaktadır. Tüm bunların ortak özelliği ise iyi birer veri ve uyaran kaynakları olmalarıdır. 
İnsan, daha doğrusu insan beyni doğduğu ilk andan itibaren çevreden gelen uyarıcılarla sürekli uyarılır. Bu durum beynin bayramıdır. Bu durumdaki beyin tamamen dış âleme dönüktür. Çevrede işleyecek, öğrenecek, değerlendirecek pek çok veri/uyaran bulunmaktadır ve bu süreçte insan beyni, güdülerimiz vasıtasıyla sürekli ödüllendirilir. İşte bu hal “hayatı dolu dolu yaşama” hissinin yegâne yaratıcısıdır. Yaratılan bu his o kadar güçlüdür ki, hayatın belirsizliğine, risklerine ve hatta bazı kayıplarına karşın insanı “umut edebilir” kılar. Umut edebilmek ise huzur ve mutluluğun anahtarıdır.
Beynin bağımlısı olduğu veri ve uyaranlar, “veri iletim yolu” olarak kullanılan duyu organları tarafından karşılanır. Genç bir insanın güçlü güdüleri ve sağlıklı duyu organları, genç beynini yoğun bir uyarım ve veri akımına maruz bırakabilir. Genç insanın çevresinde keşfedeceği, duyumsayacağı ve hissedeceği o kadar büyük bir veri denizi vardır ki, bu durum genç insanın mutluluk ve umudunu besler. Vurulan topun kaleye hangi açıyla gireceğini hesaplamaktan, buzda düşmeden kayabilme, otomobil kullanmaktan, öğrenilen her yeni şey, beyne sürekli işleyeceği ve başardıkça kendini ödüllendireceği yeni uyaran akışını sürdürür. İnsanlar beyinlerini uyarabilmek için hobiler, tutkuyla bağlandıkları meslekler bulurlar, âşık olurlar, değişik lezzetler peşinde koşarlar, dedikodu ederler, sanatsal yaratımlara yönelirler vs. Çünkü beynini mutlu etmek kendini mutlu etmektir. Bunu sağlayan ise beynin dış âleme odaklanmasıdır.  Yeme güdüsü, gurme turizmine dönüşerek beyni yeni sürprizlerle mutlu etmenin modern araçlarına dönüşüverir. Üreme güdüsü ehlileşerek moda ve tasarımın doğumunu sağlar. “Sanat insanı şaşırttığı ve hayrete düşürdüğü kadar değerlidir” ilkesi gereği sanatsal yaratımlar sürekli yenilenir.
Beden yaşlandıkça birbirinin etkisini güçlendiren iki şey olur. Veri ve uyaran kaynağı olarak insan güdüleri zayıflar ve “veri iletim ağı” durumundaki duyu organları güç kaybeder. Bu iki etkenin birleşik sonucu, yaşlanan insanın beynini uyaran veri akışının azalmasıdır. İşte bu süreç, beynin dış âlemden iç âleme yönelmesine, içine kapanmasına, kendini sorgulaya başlamasına neden olur. Veri ve uyaran akışındaki azalma sadece yaşlanmayla da yaşanmaz. Kalıcı ağır bedensel sakatlıklar da aynı etkiyi gösterir. Hapsetmenin cezalandırıcı etkisi, mahpusu sınırlı bir alana mahkûm ederek beynine veri akışını sınırlamak ve beyni kendine yönelterek her dakikayı sorgular hale getirmekte gizlidir. Ayrıca baskı altında bırakılan ve hayatları kısıtlanan insanlar da benzer bir durumu yaşarlar. Bu noktada özgürlüğün tatminkâr bir hayat için neden vazgeçilmez olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü özgürlük beyne veri akışını artırma imkânı sunmaktadır.
Profesör Gooddall, dolu dolu geçen yılların sonunda duyuları ve güdülerinin zayıflaması nedeniyle beynine akan veri akışı, görkemli günlerindekinin çok altına düşmüş, beyninin kendine yönelmesi ve kendi varlığını sorgular hale gelmesi ile de hayatına “Yeter Tamam” deme noktasına varmıştır. Çünkü gördüğü yoğun veri akışının gerisine düşmüş bir beyin büyük bir acı kaynağına dönüşmektedir. Böyle bir durumda insanın hayatına nokta koyabilme hakkı aslında maruz kalınan  “dinmez bir acının “ sonlandırılması hakkı olarak görülmelidir.
Yaşlılığın - şimdilik - önüne geçilemez bir süreç olduğu ve kalıcı sakatlıkların da tamamen önlenmesinin zorluğu bir yana bırakılırsa, beyin üzerinde benzer etkiye sahip, “birey özgürlüğünün” bile isteye engellenmesinin insan hayatına dönük bir yok etme girişimi olduğu ortaya çıkmaktadır. Birey özgürlüğünün kısıtlanması, insanın tek ve biricik olan tatminkâr bir hayat yaşama şansına karşı işlenen açık bir suçtur.
Günümüz dünyasında birey özgürlüğünün kavranan önemi ve sahip olunan teknoloji sayesinde artan veri kaynağı çeşitliliği, insana eşsiz bir imkân sunmaktadır. Bugünün dünyası üzerinde barındırdığı insanlara sunduğu çeşitlilik ile tartışmasız geçmiş tüm nesillere kıyasla daha tatminkâr ve daha doyurucu bir hayat imkânı sunmaktadır. Çevremizdeki uyaran zenginliği, beynimizin her daim artan ve gerilemeye elastikiyeti olmayan veri talebini, sürekli karşıladığı için hayatlarımızı durmaya, duraklamaya ve hatta yavaşlamaya tahammülü olmayan bir yarışa dönüştürmüştür. Hep daha fazlası talep edilmekte; yavaşlamak gerilemek anlamına gelmektedir. İşte insanın hayattaki sonu gelmez motivasyonunun kaynağı budur.

Profesör David Goodall’ın, hayatını sonlandırma kararı ve seçtiği ölüm şekliyle bende uyandırdığı düşünceleri paylaştığım bu yazıyı, bu yiğit insanın hatırasını selamlayarak bitirmek istiyorum.   
Fahreddin FIRAT

Yorumlar