Ceset Çiçeği
Beni neyin uyandırdığını anlayamadım.
Saat kaçtı bilmiyorum. Odanın karanlığı bedenimi benim için bile görünmez
kıldığından, bilincim karanlık boşlukta asılı duruyordu; zamansız, zeminsiz ve
bedensiz... Daha öncesi olmayan yabancısı olduğum bir ruh haliydi üzerimdeki.
Belli belirsiz bir ürperti, korkuyla karışık derin bir düşünce, en korkulanla yüzleşme
halinin çaresiz dinginliğiydi hissettiğim. Bilincim tekilliğini yitirmiş ve bölünmüştü.
Kendi düşüncelerimi dinliyordum. Geçen her dakika, zaman ve mekân kavramlarının
zayıflamakta olduğunu hissediyordum. Odamda olduğum ve kendi yatağımda yattığım
bilgisi, bir evvelki günün anıları, bir sonraki günün planları, yani o geceyi geçmişi
ve geleceği olan bir zaman parçası olarak idrakime çivileyen düşüncelerim,
sönükleşiyordu. Sönükleşen bu düşüncelerin yerlerini keskin bir korku alıyordu.
O an “Ölmek böyle bir şey mi acaba?”
diye mırıldandım. Cevap beklemediğim bu soruma aldığım “Evet” cevabı beni
şaşırttı. Zihnimde bu cevabın izlerini aradım. Bana ait değildi. “Seni O’na
götürmeye geldim.” Korkum ve artan heyecanım boğazımı tıkıyordu. Soluklarım
zorlaşmıştı. Soluk almak için tüm bedenimi kasıyordum ama nafile… Boğazımda, aldığım
nefese dair ufak bir serinlik dahi hissedemiyordum. “Kimsin, ne istiyorsun
benden?” bu soru ancak hırıltı olarak çıkmıştı ağzımdan. “Seni O’na götürmeye
geldim. Seni istedi.” Zihnimde çınlayan bu sözü değerlendirecek bilinç
bütünlüğümü kaybetmiştim. Her şey, ciğerime doldurmaya çalıştığım havanın
sıkılı dişlerimin arasından geçerken çıkardığı ıslık sesinin gerisinde
kaybolmaya başladı.
-Düşüncelerini kontrol etmeyi
öğrenmelisin.
Bu sözün kaynağı yanımda
duruyordu. Onu, bulunduğu ortamdan farklılaşmış yoğunluğundan fark ettim.
Renksiz, şekilsiz ve devingen. Ona her baktığımda insan suretine bürünen yüzünü
görüyordum.
-Ölüler diyarında fiil yoktur.
Düşünce vardır. Onları kontrol etmeyi öğren.
O’na bu sözü söylettiren önümde
bir belirip bir kaybolan nesneler, kişiler, suretlerdi. Düşünmemem gerekeni
düşünmemek hiç de kolay değildi. Önümde çıldırmış nesnelerin geçidi devam
ediyordu.
-Seni görmek istiyor.
Bu söz düşüncelerimi üzerine odakladı.
-Kim? diye mırıldandım ama sanki
bir isim değil de bir niteleme bekliyordum.
-İsmi muhayyer. Kimi ilk sebep,
kimi baba, kimi evren, kimi ra, kimi khaos, kimi odin der. Biz ise “O” deriz.
Dilim tutulmuştu.
-O mu beni görmek istiyor? diye
kekeledim. “Ben kimim ki beni görmek istesin?” soru kendi kendime sorulmuştu.
Ama cevap yine yanımdakinden geldi.
-Birazdan öğrenirsin. Şimdi O’nu
düşün.
Bu söz üzre O’nu düşünmüştüm ki,
kendimi farklı bir yerde buldum. Karşımda görkemli tahtında oturan O’nu gördüm.
Uzun sakalını yavaşça sıvazlıyor, zamanı ve mekânı aşan bir bilge bakışla bana
bakıyordu.
-Bu sureti seni rahatlatsın diye
seçtim.
Sesi güven veriyordu. Heyecanım
yatışmış korkum kaybolmuştu.
-Sende birçok soru, sorulmayı
bekliyor, biliyorum ama şimdi sırası değil. Seni neden buraya getirttiğimi
merak ediyorsun. Dinle o zaman. İnsana dünyada yaşayacağı doğru ve yanlış
hayatlara karşılık sonsuza kadar sürecek cennet ve cehennem hayatını vaat
ettim. Bu bozmayacağım bir taahhüttür. Lakin insan dünyada da cennette de nankördür.
Dünyada yaşadıkları doğru hayatlar karşılığında cenneti bahşettiklerim, cennette
içlerinde gizlenmiş sapkınlıkları ortaya döker oldular. Buna karşılık sonsuza
kadar acı ve azap dolu cehennem hayatına mahkûm ettiğim cehennem ehli ise dünyadaki
hayatlarını tekzip edercesine bana tapınmaya başlıyorlar. Sonsuza kadar sürecek
cennet nimetleriyle onurlandırdıklarım azgınlıklarını hep bir adım öteye
taşımak için birbirleriyle yarışmaktalar. Azgınlıklarını bana meydan okumaya
kadar vardırdılar. Dünyada sadık bir inançla bana tapınanlar, cennette azgın
inançsızlara dönüşüyor. Cennette adım lanetlenirken cehennemde adım onurlandırılıyor.
Cennet hayatlarının sonsuza kadar süreceği taahhüdümün beni bağladığını
biliyorlar. Azgınlıklarını beni inkâra kadar vardırıyorlar. Bunlara bir ders
vermek istiyorum; tabii taahhüdümü bozmadan.
Sustu, benden bir çözüm bekliyor
gibiydi.
-Ben nasıl bilebilirim ki? Ben
kimim ki? Diyerek mırıldanırken, öfkeli bir sesle haykırdı,
-Sen değil misin ‘Tanrı cennette
aranmaz, cehenneme bakmak lazım. Cennette öldürdüğümüz Tanrıyı Cehennemde
bulduk.’ diyen. Madem olacakları önceden bildin, çözümü de bul.
Bir zamanlar bu sözleri bir
yerlerde yazdığımı hatırladım. Amacım dünyada esenlik ve güven içinde
sürdürülen hayatların insanları tanrı inancından uzaklaştırdığı; buna karşılık
korku, şiddet, acı ve yoksulluğa mahkûm hayat süren insanların tanrılarına daha
sıkı bağlandığını ifade etmekti. Ama ölüler diyarında böyle bir sorun
yaşanabileceğini ve neyin çözüm olacağını hiç düşünmemiştim. Kendimi düşündüm,
sonsuza kadar sürecek cennet vadini elde ettikten sonra yapabileceklerimi hayal
ettim. Kuzu kuzu hurilerle oynaşmakdan çarçabuk bıkacağım belliydi, geriye
heyecan verici tek şey kalıyordu, kendi taahhüdüyle kendini sınırlayan, eşsiz
güce meydan okumak, kafa tutmak. Heyecandan içim titredi. O halde iken beni ne
durdurabilirdi? Cevap hazırdı; “hiçbir şey”.
- Efendim, taahhüdünüzü haklı
olarak bozabileceğiniz bir neden yaratma şansı verebilirsiniz onlara.
- Nasıl?
-Azgınlıklarını cennetin dışına
taşımalarını sağlamak gibi
- Güzellerin en güzellerini,
özgürlüğün sınırsız olanını cennette onlara bağışlamış iken daha ne verebilirim
ki onlara, azgınlıklarını cennetin dışına taşısınlar?
-Efendim, vereceğimiz şey güzel
olmayacak zaten.
-Tüm güzelliklere sahip olan, güzel olmayanın
peşine düşer mi?
-Efendimiz, insan açgözlüdür; bildiğiniz
gibi… Sözümü devam ettirmenin güvenli olmayacağını düşünerek sustum. Biraz
durduktan sonra devam ettim.
-Büyük efendim, Cehenneme bir
çiçek bahşetseniz?
-Taahhüdümü unutma. Onlara sonsuz
acı ve azap vaat ettim. Güzel olan
hiçbir şeyi bağışlayamam.
-Yüce babamız, Bahşedeceğiniz şeyin
adı çiçek ama çirkin görünümlü, leş gibi iğrenç kokan bir çiçek. Adı Ceset
Çiçeğidir. Bu çiçeği cehennem ehline bağışlamanız taahhüdünüze aykırı değil.
Çünkü çirkin ve iğrenç bir çiçek.
-Tamam cehenneme bir tane
bağışladım.
-Büyük efendimiz, Şimdi cennet
ehline bir bilgi yaymalıyız. ‘O, cehenneme hiçbir yerde olmayan bir çiçek
bağışlamıştır.’diye.
-Tamam o da oldu.
-Hemen mi? Söz ağzımdan çıkar
çıkmaz aptalca olduğunun farkına vardım. “Bağışlayın kudretli Efendim.”
Bakışlarını bana yöneltti.
Cennette bir araya gelen insanları görüyordum. Kimler yoktu ki aralarında,
cennet ehline liderlik yaptığını düşündüğüm koca aksakallı biri kalabalıkları Araf’a
yönlendiriyordu. “O çiçeği cennete getirmeliyiz. O ancak bizim olabilir.“ diye
haykırıyordu. Araf kısa sürede aşıldı. Cehennem kapıları fazla direnemedi azgın
kalabalık karşısında. Cennetliklerin lideri devrim günlerini hatırlatan
kudretli bir haykırışla “Bulun Onu!” diye bağırıyordu. Bir yandan da
kalabalıkları ceset çiçeğini bulmak için farklı taraflara yönlendiriyordu. Cennetliklerin
bu beklenmeyen saldırıları karşısında şaşkına dönen cehennem ehli, cehennemin
uzak köşesinde toplanarak dua ve yakarışla bağışlanma diliyordu. Üzerlerindeki
derin yanıklara rağmen içlerinde tanıdık birçok sima vardı. Koca bıyığının bir
kısmı yanmış olmasına karşılık onu bıyığından kalan kısımdan hemen tanıdım.
Toplanan cehennem ehlini secde etmeye yönlendiriyordu. Şaşırmıştım. Dünya
hayatıyla ahret hayatı bu kadar zıt olabilir miydi? Ben bunları düşünürken “O”
üzerinde durduğum zemini ve tepemdeki kubbeyi titreten bir haykırışla
-Siz ey, azgınların en azgınları,
alın hak ettiğiniz cehennemi. Diye haykırdı. Bilge ihtiyar sureti kaybolmuştu.
Ateşten bir ağızdı bu haykırışın kaynağı. Ateşten gözler baktığı yeri yakıyordu.
Aç alevler, ipek giysiler içindeki tombul bedenleri lokma lokma yutuyordu.
-Ey cehennem ehli, size de sonsuz
cennet hayatını bağışlıyorum, koşun cennetime.
Korkudan kaskatı kesilmiş halde
orada öylece kalakaldım. İnsanı tanıdığım kadarıyla bu meselenin burada
kalmayacağı, sonsuza kadar sürekli kendini tekrarlayacağı, her seferinde hileyi
öğrenen insan karşısında çözümlerin ise kaçınılmaz olarak sonlu olacağına dair düşünceler
zihnimde kıvranmaya başladı. Bu düşüncelerin şeytan tarafından aklıma
sokulduğundan kesinlikle emindim. Beni korkutan ise lanetli iblisin biraz haklı
olmasıydı.
-Hay elim kırılsaydı da hiç
yazmasaydım o yazıyı.
Fahreddin FIRAT
Fahreddin FIRAT
Yorumlar
Yorum Gönder