Bozkır Çiçekleri


Bozkır çiçekleri hızla açar. Bilirler ki, son yağmurdan sonra fazla zamanları olmayacak. Bizimkisi de böyle bir şeydi. Aşkımız bir bozkır çiçeği gibi hızla açıverdi. Ameliyathaneye hızla yol alan sedyemin üzerinde tavandaki ışıkları kayıtsızlık içerisinde bir bir sayarak geride bırakırken, koridorun ilaç kokan havası yüzümü yalamaktaydı. Ani hareketlerle bir sağa bir sola sallanarak süren yolculuğum, sedyenin iki kanatlı büyük kapıya hızla çarpmasıyla sona erdi. Kapı çarpmanın etkisiyle sonuna kadar açıldı. Burası tamamen boş ve penceresiz bir odaydı. Sedyeyi bir kenarına yerleştirdikten sonra üzerime eğilen genç adam “Ameliyat sıranızı burada bekleyeceğiz. “ derken, beni yüreklendirmek ister gibi, hasta önlüğünün üzerinden elini omzuma koydu. Beklemek sorun olmasa diye düşündüm. İnsanın ömrü hep bir şeyleri beklemekle geçmiyor mu? Hep bir şeyleri beklemekten yaşamaya zaman bulamadığımız olmuyor muydu? Ancak bu bekleyiş başkaydı. Beynimde tik tak tik tak işleyen bir saat varken beklemek… Ne zaman duracağı belli olmayan bu saat, hayatımın ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide sürdüğünü hatırlatıyordu. Son aylarda büyümesi hızlanan bir anevrizma taşıyordum beynimde. “Beyni besleyen önemli bir damarın tam çatallandığı yerde oluşan bir anevrizma” demişti doktorum, yapılacak ameliyatın riskli olduğunu anlatırken. Kolay olmayacaktı, ancak ameliyat olmaz isem, şişen bu damarın her an patlayabileceğini öğrendim. Doktorum beynimde taşıdığım bu saatli bombanın oradan nasıl alınacağını anlatırken, gözlerim omzunun üzerinden kayarak arkasındaki pencereden uzaklara dalıp gitmişti. Zaman ne kadar değerli olmuştu birden bire. Bir gün sonrası değil bir saat sonrası için bile büyük bir belirsizlik vardı. Kendimi kör bir patika yolunda hissettim. Bir yanım alabildiğine derin bir uçurum, diğer yanımda duvar gibi yükselen yamaç; her adımda kör patikanın sonuna bir adım daha yaklaşıyordum. Tam bir tuzaktı bu içine düştüğüm, ayrılmak istemediğim bedenim için. Doktorumun ameliyat programını anlatmayı bitirip yüzüme sessizce bakarken, gittiğim uzaklardan kendime geldim. “Tamam “ dedim. Anlattıklarını dikkatlice dinlediğimi düşünsün isteyerek  “Bir an evvel olsun.” diye tamamladım. Eve dönerken yapmayı planladığım ne çok şeyin olduğunu düşünmekten kendimi alamıyordum. Fakat zamanım yoktu. Takside annemi aradım. Ne hastalığımdan ne de planlanan ameliyatımdan bahsettim. Bunları anlatmak için tek bir saniyemi harcamak istemiyordum. Babamı sorduğumda telefonu babam aldı. İsmimi her söylediğinde her zaman içimde hissettiğim güven duygusunu hatırladım. Ama şuan güvende değildim. Bunu onun bilmesini de istemedim. Ona en son ne zaman sarıldığımı düşündüm. Güven veren kokusunu hatırlamaya çalıştım.  Son ayrılışımızda sarılıp sarılmadığımı hatırlayamadım. Fakat en son sarılmamızda o sarılışın son sarılış olabileceğini düşünmediğimden emindim. İnsanlar yapıp ettikleri ve hissettiklerinin bekli de “son” olabileceğini o an hiç düşünmezler. Ancak geriye dönüp baktığımızda bunu fark ederiz ama o zaman bile çoğunu hatırlamakta zorlanırız.

Odanın gürültüyle açılan kapısı ikinci sedyeyi içeri aldı. Hemşire sedyeyi benimkinin yanına bırakarak dışarı çıktı.  Başımı çevirdiğimde içindeki kızıl saçları belli eden bonenin bittiği yerden bana bakan yeşil gözlerini gördüm. Dudakları hafifçe kıvrılırken başını oynattı. Ben de tebessüm ederek selamını aldım. Gözlerimizi birbirimizden ayırmadan bakarken ve karşılıklı tebessümleşmelerimiz devam ederken “Beynimde beni yiyip bitirmek isteyen bir canavar var.“dedi.

“Benim beynimde de saatli bir bomba var.” dedim. Karşıklı gülüştük. Güldüğünde yeşil gözleri,  cennete açılan birer kapı gibi açılıverdi. Gözlerin nasıl gülebildiğini hayatımda ilk defa o an anladım. “Gözlerin gülmesi böyle olurmuş demek ki” diye düşünüyordum. Hayatım boyunca anlamını ve tattırdığı duyguyu bilmeden dilimden dökülen bunca sözün ne kadar kuru ve cansız olduğunu o an fark ettim. Aşkın nasıl bir duygu olduğunu da o an anladım. Konuşmadan bakıştık. Ne o gözlerini bir an benden ayırdı ne de ben gözlerimi ondan bir an ayırdım. Gözlerimi her kırptığımda tükenen zamanı hatırlıyordum. Bakışarak konuştuk, bakışarak dinledik birbirimizi. Her ikimiz de zamanımızın dar olduğunu biliyorduk. Zamanı dar bozkır çiçekleri gibi aşkımızı gözlerimizle ilettik birbirimize. Konuşmadık. Hangi kelimeye yönelsem anlatmak istediğime yetersiz kaldı. Bu güne kadar yaşanmamış anları, tadılmamış duyguları ifadeye zorlanmış umuma açık kelimeler, o an yaşadığımız bize mahsus duygularımızı anlatmakta yetersiz kalıyordu. Başka ağızlarda dolanmış kirli kelimelerin, yaşadığımız o masum anın sihrini öldürmesinden korktum. Öldürmek kelimesi aklıma düşünce acı bir şimşek çaktı kalbimde. Az evvel sedyeyi getiren hemşire içeri girmişti. Telaşla elini yeşil örtünün altından çıkararak bana uzattı. Solgun zayıf eli yakaladım. Tuttuğum elinden elime, oradan da tüm vücuduma derin bir ürpertiyi takip eden titreme yayıldı. Dudakları hafifçe büzülerek havaya gizli bir öpücük bıraktı. Heyecanla kabul ettim öpücüğü. Bıraktığımda eli yorgunca düşüverdi. Hemşire sedyeye yüklendi, sedye hareket etmeye başladı. Gözlerimiz birbirine kilitlenmiş halde saniyeleri sayıyorduk. Büyük kapı aramıza girene kadar kimsenin bir ömre sığdıramadığı kadar bakıştık. Sedyem sarsıldı. Kapıdan çıkınca onu görmek umuduyla etrafıma bakındım ama göremedim.

Uyandığımda başımın arkasında dolgun bir ağrı vardı. Gözümü yakan tavandaki ışığa gölge yapan doktorumu fark ettim. “Ameliyatınız başarılı geçti. Aramıza tekrar hoş geldiniz.” dedi. “Beni hayata siz döndürdünüz. Geçmişte böyle bir lütuf sahibine, kurtardığı ömür adanırdı.” dedim. Doktorum bir kahkaha attı. “Teşekkür ederim. Bana zaman kazandırdınız.” dediğimde doktor, yüzünde hak edilmiş gururun ağırbaşlı tebessümüyle başını sallayarak minnettarlığımı kabul etti.

O andan sonra eski hayatıma bir daha geri dönemedim. Bir daha kimseyle uzun uzun konuşamadım. Kelimeler hissettiklerime dar geliyordu. En zor anlarımda bile her olaya ve her duyguya harcamam gerekenden fazla zaman harcamamayı öğrenmiştim. Onu bir daha görmedim. Bulmak için de hiç uğraşmadım. Çünkü onu kaybetmemiştim. O da beni bulmak için uğraşmadı. Aşkımızı dünyevileştirip sıradanlaştırmamakta gizlice anlaşmıştık. Bazen yüzüme bir tebessüm oturur, bazen tüm vücudum titrer, bazen kendi kendime mırıldanırım. Benim için "gerçeklikten koptu" diyorlar. Ben de onlara “Yanında olmadan hissedemiyorsan, dokunmadan ürperemiyorsan, konuşmadan anlaşamıyorsan bil ki hissettiğiniz şey aşk değildir.” diyorum.   

 

Fahreddin FIRAT 


Yorumlar