Kral Kazuratkusan

 Gecenin sessiz karanlığı şehrin üzerini kaplamıştı. Geçici de olsa huzura en yakın olduğu zamanlar bu zamanlardı. Şehrin huzurlu uykusu sarayın açılan devasa kapısından hızla çıkan altı besili siyah atın çektiği arabanın çıkardığı gürültüyle bozuldu.  Araba sokaklardan yıldırım gibi ilerlerken tekerleğin taş yolda çıkardığı seslere ilave olan nal sesleri, sokak sokak tüm şehirde geceyi ayağa kaldırıyordu. Araba iki katlı taş konağın önünde durduğunda getirdiği gürültü sokak boyunca devam etti.  Sürücü dizginlere tüm bedeniyle asılsa da terli atların homurtularını, tepinmelerini ve yenilen kırbacın hıncıyla kabaran hırçınlıklarını zapt edemiyordu. Arabanın acılan kapısından inen asker sokağı kolladıktan sonra konağı baştan aşağı süzdü. İri adımlarla kapıya doğru yürüyerek koca yumruğuyla kapıyı dövmeye başladı. Kapıya inen yumruk darbeleriyle tüm sokak inliyordu.

Konağın açılan penceresinden yaşlı bir adam aşağı sarktı.

“Kimsin, ne istiyorsun?” Asker kapıyı yumruklamayı bırakarak pencereden sarkan adama baktı.

“Saraydan istendiniz.” Pencere hızla kapandı. Asker hala tepinmekte olan atlara baktı. Sürücü dizginlere asılmaktaydı. Sokağı adımlarken kapı açıldı ve elinde feneriyle yaşlı adam göründü. Arkasında eliyle ağzını tutan yaşlı bir kadın belirdi. Ağlamaklı bir sesle

“O bir şey yapmadı. Ne duyduysanız iftiradır.” dedi. Asker öfkeli bir ses tonuyla

“Saraya götürmem emredildi. Ötesini bilmem.”  Yaşlı adam elindeki feneri kadına verdi. Fener kadının yanağındaki gözyaşlarını ışıldattı.  Kadın kısık bir sesle

“Tanrı seni korusun.” Asker arabanın kapısını açtı.

“Vaktimiz yok.”

Sürücünün dizginleri bırakmasıyla ok gibi fırlayan atlar arabayı karanlık gecede kaybetti. Yaşlı kadın elindeki feneri kaldırarak kocasını götüren arabayı görmese de geride bıraktığı sesini dinledi.

Sarayın iç kapısının önünde duran arabadan inen yaşlı adam sarsıntılı yolculuk nedeniyle sallanarak yürüyebiliyordu. Sarayın kapısında kralın başmabeyincisi belirdi. Yaşlı adam ağlamaklı bir sesle

“Hakkımda söylenen her ne ise tamamen iftiradır efendim. Ben krala ve devletine sadık biriyim.” Sesi titriyordu. “Tanrı kralımızı korusun” diye devam etti. “Geçen akşam meyhanede şarabı biraz fazla içmiştim…” Başmabeyinci elini kaldırarak adamı susturdu.

“Hekim olarak buradasınız.” Yaşlı adamın koluna girerek saraya doğru yürümeye başladılar.

“Kralımızın sağlığı iyidir umarım.” dedi. Sesi daha gür çıkıyordu. Başmabeyinci derin bir nefes çekerek

“Kralımızın bazı sağlık sorunları var. Sizin onu sağlığına kavuşturmanızı umuyoruz.”

“Kralımızın nesi var?”

“Anlatması zor. Hımm.. Tersine döndü. Saray hekimi derman bulamadı.”

Parlak zırhlarla, pahalı tablolarla süslenmiş koridorda ilerlerken, yaşlı adam aldığı bir kokuya anlam vermek için burnunu çekiştirip duruyordu.  

“Efendim bu koku...? Siz de alıyor musunuz?” Başmabeyinci, hekime dönerek

“Son üç gün tüm saray bu kokuyla dolu.”

Yaşlı adam eliyle burnunu tutmaya başlamıştı. Başmabeyinci, hekime üzerinde kraliyet arması olan ipek bir mendil uzattı. Benzer bir mendille burnunu bağlarken.

“Sarımsak suyuyla ıslanmış. Havayı koklamaktan iyidir.” dedi.

Hekim titreyen elleriyle burnunu bağladığı mendili düzeltti. Burunları bağlı iki silahlı askerin koruduğu kapının önüne geldiklerinde başmabeyinci hekime dönerek

“Göreceklerin ve duyacakların krala aittir. Krala ait olan onda kalır.” Hekim yutkundu.

“Gövdesinden ayrılan başların en iyi öğrettiği şeyi nasıl unuturum.” dedi. Başmabeyinci kapıyı işaret etti. İki asker büyük kapının iki kanadını açtı. Kapı kanatları açılınca dışarı hücum eden hava yaşlı adamı sendeletti. Başmabeyinci sarsılan hekimi kolundan tuttu.

“Birazdan alışırsın. Zaman geçince daha az etkiliyor.”

Yaşlı adam sendeleyerek içeri girdi. Kral genişçe bir masanın arkasında dirseklerini masaya dayayarak önündeki altın tepsiye kapanmış halde onları karşıladı. Tacı başında değildi. Yavaşça başını kaldırdı. Kırlaşmış saçları alnının gerisine kadar çekilmişti. Uzun yüzündeki iri dudakları büzülmüş halde derin bir bakışla hekime baktı. Diliyle ağzında bir şeyler arıyor gibiydi. Nihayet buldu ve önündeki altın tepsiye tükürdü. Başıyla başmabeyincisine olur verdi. Başmabeyinci boğazını temizleyerek konuşmaya başladı.

“Son üç gündür Kralımız hiçbir şey yiyemiyor ve içemiyor. Yutkunamıyor. Yutkunamadığı gibi ağzından çıkarıyor.” Hekim heyecanla araya girdi.

“Kusuyor öyle mi?”

“Tam olarak değil. Kusmak midedekini çıkarmaktır. Kralımız bağırsağındakileri ağzından çıkarıyor. Yani tersine dönmüş gibi…”

“Dışkısı ağzından mı çıkıyor?” Başmabeyinci tekrar boğazını temizledi.

“Evet”

“Kem sözün yuvalandığı bir ağız başka neye dönüşebilir ki?” diyerek mırıldanmaktan kendini alamadı.  Hekimin mırıldanması Kralın derin bir geğirtisi arkasında kayboldu. Odaya taze koku salan bu geğirtiyi Kralın ağzından altın tepsiye bıraktığı dışkı takip etti. Kral işlemeli ipek mendil ile ağzını silerken bir geğirti daha saldı odaya. Biraz rahatlamış görünüyordu.

“Yüce Kralım izniniz olursa sizi muayene etmek isterim.”  Kral başıyla onayladı. Hekim, uyuyan yırtıcı bir hayvana yaklaşır gibi tedirgin adımlarla krala yaklaştı. Eliyle tuttuğu çenesini göz hizasına getirerek

“Ağzınızı açar mısınız?” Dışkıya bulanmış dil, araları dışkıyla dolu dişler ve lağım çukuruna benzeyen boğaz ve boğazdan çıkan keskin koku… Yaşlı adam sarsıldı. Hekim Kralın tüm vücudunu yokladı, dinledi, gözledi… Muayenesini bitirdikten sonra üç adım geri çekilerek ellerini önde birleştirip konuşmaya başladı.

“Efendim, muayenede hiçbir organsal harabiyet tespit etmedim. Yutaktan makata kadar derdinize neden olabilecek bir tahribat yok.” Kralın kaşları çatıldı.

“Bu nedir o zaman?” diyerek ağzını gösterdi. Dudağının kenarında hala dışkı artıkları vardı.  Hekim devam etti.

“Vücudunuzun bir tepkisi olabilir.”

“Bu ne demek, neye tepki veriyor?”

 “Bunu izah etmek şuan için zor. Bedeninizin verdiği bir tepki de olabilir, yada hım.. şey… Tanrısal bir ikaz da olabilir. Kral Midas’ın başına gelenler gibi…”

Hekim sözünü bitirir bitirmez kral, masaya yumruğunu vurarak, hiddetle ayağa kalktı.

“Cellat!” diye haykırdı. Sözünü bitirmişti ki odayı yeni bir koku dalgasına boğan geğirti duyuldu. Geğirtiyi takip eden bir parça dışkı ise ayağının dibine düştü. Kral yere düşürdüğü dışkısına bakarken, içeri giren askerler hekimi kolundan tutarak diz çöktürdüler. Sıkıca tutmalarına rağmen hekimin korkudan titremesi önleyemiyorlardı. Yaklaşan ölümünün korkusuyla hekim haykırdı

“Sizi hayatta tutabilirim! Mağfiret ve şifa için zaman kazanmış olursunuz…” Kral hala düşürdüğü dışkı parçasına bakıyordu. Elindeki mendille ağzını sildi.

“Ne gerekiyorsa yap!” Kralın sesinde öfke vardı. El hareketiyle askerler hekimi olduğu yerde bıraktılar. Hekim çöktüğü yerden yavaşça doğruldu.

“Yüce kralım. Bağışlayıcı ve hoşgörülü olunuz. Bu andan itibaren az konuşunuz, konuştuğunuzda da güzel söz söyleyiniz. İçinizdeki nefret, kin ve düşmanlığı yok ediniz. Ağzınızı güzel hitaplar için kullanınız. Halkınıza sevgi ve hürmet ediniz. Benlik ve kibrinizden bir an evvel arınınız. Sevgi ve hürmetin kıymetlisi size benzemeyene gösterdiğiniz sevgi ve hürmettir. Geçmiş günahlarınızdan arınmak için Tanrıdan af dileyiniz. Ülkenizde her kim ki öfkenizden ve hırsınızdan zarar görmüştür onlardan af dileyiniz bağışlanma talep ediniz.”

 Hekim başmabeyinciye dönerek

“Kalınlıkları bir parmakla beş parmak arasında olan temizlenmiş ve yağlanmış sopalar temin edilmeli. Ayrıca on kişilik bir çiğneyici ve kusucular tayfası için adam temin edilip hazırlanmalı. Şehrin en mahir demircisine de haber salın kalksın dükkânını açsın, ocağını ateşlesin.”

Başmabeyinci tam kapıya yönelmişti ki hekim arkasından bağırdı

“Saray mutfağını kaldırın, Kralımızın en sevdiği yemekleri hazırlamaya başlasınlar.”

Hekim Krala döndü

“Sizi hayatta tutacağım. Şimdi siz istirahat buyurun, birazdan dönerim.”

Hekim odadan çıkınca arkasından kapanan kapının sesini duyar duymaz var gücüyle koşmaya başladı. Kendini sarayın bahçesindeki çimere bıraktığında bir yandan derin derin nefes alırken, biryandan da

“Her açıldığında kin, husumet ve nefret saçan bir ağzın olup olacağı buydu.” diyerek mırıldanıyordu.

Hekimin talep ettiği yağlanmış sopalarla ölçüm yapılarak demirciye dövme demirden boru ve körük siparişi verildi. Çiğneyici ve kusucular için adamlar temin edildi. Güneş sarayın penceresinden Kralın odasına sızdığında tüm hazırlıklar tamamlanmış olarak Hekim kapının önünde belirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra kapının açılmasını işaret etti. Kapı açılınca unutmaya başladığı ağır koku yine başını döndürmüştü. Bir an durdu, gücünü topladıktan sonra içeri girdi. Kral, ağzından akan salyalarla çamur yığınına dönen yastığından başını kaldırdı. Hekim eğilerek selam verdikten sonra

“Kralım kahvaltı için geldim.”

Elinde demirciye ısmarlanan körükle beraber bir asker girdi. Hekim aldığı körüğü divanın üzerine yerleştirdi ve krala dönüp

“Efendim körüğün şu ucunu yerleştirmemiz lazım. Şu kıvrık uca gelecek şekilde oturun. Hımm.. Makattan beslenmeniz için”

Körüğün ucu yerine yerleştirildikten sonra divanda oturan krala, yanında duran körüğe ve önlerindeki masaya son bir defa daha bakan hekim, elini şaklatarak beş adamı içeri aldı. Adamların gözleri ve burunları bağlıydı. Hekim krala dönerek

“Kahvaltıda ne arzu edersiniz? Pastırmalı yumurta, kızarmış tereyağlı ekmek, çay, çorba veya meyve?”

Kral biraz düşündükten sonra

“Çorba” dedi. Hekim adamlardan birini tutarak öne çekti. Eline altın bir kupa tutuşturdu ve burnundaki bağı çözüverdi. Çözülen bağ sonrası daha ilk nefesi çekmişti ki çiğneyici kusucunun midesi kalktı ve eline tutuşturulan kupaya kusuverdi. Hekim kupayı aldı, kralın yanında bulunan körüğün kapağını açtı, kusmuğu oraya boşalttı, kapağı tekrar kapattı. Kendisini dikkatle izleyen krala küçük bir gülücük yolladıktan sonra körüğün koluna bastırmaya başladı. Kral önce irkildi ama duruşunu bozmadan olduğu gibi kaldı. Çorbadan sonra kızartılmış tereyağlı ekmek ve çay ayrı ayrı körüklenerek üç gün sonra kralın vücuduna besin ulaşmış oldu. Kahvaltıdan sonra kral derin bir uyku çekti.  

Kralın kabaran mönüsü çiğneyici ve kusucuların sayısını da artırıyordu. Kral hala dışkı kusuyor olsa da beslenebildiği için neşesi biraz olsun yerine gelmişti ama lağım çukuru gibi kokan saray hala pek tenhaydı. Hekim buna da bir çözüm buldu. Ülkedeki tüm lağımcılarını sarayda verilen yemeğe davet ettiler. Kokuya mesleki aşinalık geliştirmiş lağımcılar, kokuya aldırmadan kralın masasında onunla yemek yiyip kralı eğlendirdiler. Lağımcılar ağır kokuya rağmen önlerine konan saray yemeklerini yerken kralın önünde boş bir altın tepsi duruyordu. Tepsi, altında açılan deliğe yerleştirilmiş altın lazımlığı örtmekteydi. Kral ihtiyaç hissettiğinde tepsiyi kenara iterek altın lazımlığa ihtiyaç gideriyordu. Lağımcılar neşeli adamlardı; bu masaya tuvalet masası adını verip gülüşüyorlardı. Böylece kralın yalnızlık sorunu da kısmen çözülmüş oldu.

Saraya yerleşen lağımcılar, saray işlerini birer birer üstlenerek ve üstlendikleri işleri, sarayın koşullarını benimseyip öyle içten yapıyorlardı ki, kral da hastalığına alışmaya başlamıştı. Saraydan gönderilecek emirnamelerin havalandırılıp temizlenmesi veya hazineden yapılan ödemelerde, altın sikkelerin gül suyuyla yıkanması gibi ayrıntılara dikkat edilerek saray hayatı, eski günlerine dönmeye başlamıştı. Ama hekim bu hastalığın kanıksanmaması gerektiğini, tersine dönme hastalığının simetrik bir tersine dönüş olmadığını, fazladan hayati tehlikeler yarattığını anlatmayı başaramadı.   Beslenmesini lağımcıların üstlendiği kralı daha seyrek gören hekim saraydan ayrılmak için huzura çıktığında, Kral lağımcılarla salınacak yeni vergileri tartışmaktaydı. Hekimi gören kralın, hastalığını hatırlattığından olsa gerek suratı asıldı, dudakları büzüldü, kaşları çatıldı. Hekim eğilerek saygıyla selamladıktan sonra

“Kralım hizmetime ve tavsiyelerime ihtiyaç duyulmadığını görüyorum. İzninizle saraydan ayrılıp evime dönmeyi arzulamaktayım.” dedi. Kral çatılmış kaşlarını bozmadan başıyla onay verdiğini bildirdi. Hekim saygıyla eğildi. Dönüp çıkmaya yönelmişken bir an durakladı, durmakla devam etmek arasında tereddüt etti ve krala dönerek

“Yüce kralımız hekim olarak son tavsiyem şudur ki, hıçkırık nöbetlerine dikkat edin.” dedi. Kral arkasından boş bakışlarla bakarken hekim kapıyı kapattı. “Atasözünü bilirsiniz, Kazurat kusan kendi dışkısında boğulur.” dedi sessizce.   


Fahreddin FIRAT

Yorumlar